Onu da Allah yarattı yapmayın böyle

04:0018/03/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
Salih Tuna

Sözcü gazetesi yazarı
Yılmaz Özdil
özünde iyi bir insandır. En azından aramızdaki “diyalogdan” edindiğim izlenim budur!


Uğur Dündar

da muhakkak öyledir.



Her ikisi de samimi Atatürkçülerdir. Öyle

Can Dündar

gibi

Atatürk

üzerinden piyasa yapıp da “vatana ihanet” edenlerden değildirler.



Hiçbir vakit (diğer bir Sözcü gazetesi yazarı)

Saygı Öztürk

gibi

FETÖ

kanallarının gülü olmamışlardır.



Emin Çölaşan

veya

Bekir Coşkun

gibi

PKK

'nın partisine oy isteyecek kadar da savrulmamışlardır.



Demem o ki, beğenirsiniz beğenmezsiniz ayrı bir konu, ama bir duruşları vardır.



Zaten bu nedenle, “

Atatürkçülerin FETÖ adına devşirilmesine engel olabilmek için Sözcü gazetesinin başına Uğur Dündar geçsin,

” demiştim. (Keşke Cumhuriyet gazetesinin başına da Ümit Zileli falan geçse. En azından Türkiye'ye açık seçik şekilde müstevlilerin müdahale etmesini isteyen Aslı Aydıntaşbaş'ların yerine Erol Mütercimler gibi gerçek Atatürkçüler köşe yazarlardı.)



Gelgelelim…



Erdoğan

ve

AK Parti

“düşmanlığı” en aklı başında olanların bile bünyesini bozuyor.



Hâsseten “

düşmanlık

” diyorum; zira, müşterilerini/ okurlarını “

karşıtlık

” veya “

muhaliflik

” artık kesmiyor.



Müşterilerinin duymaya alışık olmadıkları en ufak şeyi yazdıklarında öyle bir “

mahalle baskısına

” maruz kalıyorlar ki aklınız durur.



Bakın…



Esat

'ın, “

dönemin başbakanı” Erdoğan

'a vaktiyle hakaret etmesini

Yılmaz Özdil

içine sindirememiş, “

Türkiye Cumhuriyeti başbakanına Esat gibi Hacivatlar hakaret edemezler. Bu hakareti ona yedirmemiz lazım...

” demişti de okurları tarafından bir linç edilmediği kalmıştı.



AKP'den ihale mi aldın, Erdoğan milletvekili yapar seni şimdi…Yalaka…

” lakırdıları gırla gitmişti.



Hülasa,

Yılmaz Özdil

'in onca yıl paşa gönüllerine göre diller dökmesinin hatırını bile yok saymışlardı.



Soru şudur:



Kendi ülkelerinin başbakanına hakaret edilmesine tepki gösteren “yazarlarına” bile tahammül gösteremeyen bu

“yobaz oku

rları” kim nasıl üretti? (Evet, yobaz! Envaiçeşit yobazlık vardır. Küfür yobazı, din yobazı ve hatta bilim yobazı. Bilimin entegrizmi “bilimselcilik” de bilim yobazlığıdır.)



Tamam,

Sartre

'ın dediği gibi yazmak sipariş işidir.



Lakin söz konusu hal, “siparişten” çok öte; karşılıklı tozutma/ aklı yele verme/ sakatlama/ meflûç etme biçiminden ibaret.



Yazar okur ilişkisinden ziyade müşteri “konsomatris” ilişkisine benziyor bu! Müşteri iştiyakı da askerdeki, “

aç aç

” kozalaklığını çağrıştırır vaziyette.



Haliyle “yazarları” da “

tozutuyor

”; hem de,

Erdoğan

'ın mezarına tükürecek kadar…



Geçen gün

Yılmaz Özdil

(müşteri memnuniyeti belasına olsa gerek) yine felâket “tozuttu.”



Nasıl mı?



Anlattığı şu:

AK Parti

bundan bir buçuk ay önce referandum kampanyası için bir reklam filmi çekmiş. Stadyumda çekilen bu reklam filminde milli maç oynanıyormuş. Rakip takım sportmenliğe aykırı her türlü faulü yapıyor ama

“şerefsiz hakem

” hep bizim aleyhimize düdük çalıyor, milli takımımızı resmen doğruyormuş. Birden Türk bayrağı gibi kırmızı beyaz giyinmiş dünya tatlısı sevimli bir kız çocuğu sahaya koşarak giriyormuş ve şerefsiz hakeme “

kırmızı kart

” gösteriyormuş.



E'ee?



E'si, soruyor: “

Tee bir buçuk ay sonra Avrupa sahalarında mağdur edileceğimiz, tee bir buçuk ay önceden nasıl tahmin edildi?..



Yani?



Terör örgütlerine “

hayır

” kampanyası yaptıran

Almanya

'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanlarına “

evet

” kampanyası için yasak koyması ve

Hollanda

'nın o atlı itli saldırısı muvazaa, oyun veya tiyatrodan ibarettir.



Yılmaz Özdil

'in bu “

saptaması

” karşısında müşterileri (Uğur Dündar'ın “Halk Arenası”ndakiler dahil) zevkten dört köşe alkışı patlatıyor.



Vuuuuuuuuuuuu…. Vay canına…



Nasıl da yakaladı adam…



Ulan helal olsun...



İçlerinden bir kişinin bile aklına şuncağızı sormak gelmiyor: Yahu 249 kişinin katledildiği,

Meclis

'in bombalandığı

15 Temmuz

'a da “

tiyatro

” dedik de ne oldu; yeterince rezil olmadık mı?



Bir buçuk ay öncesinden

Avrupa

'nın bize haksızlık yaptığını öngörmek “

kehanet

” oluyorsa,

Necip Fazıl

'dan

Nazım Hikmet

'te,

Mehmed Akif

'ten

Kemal Tahir

'e,

Cemil Meriç

'ten

Attila İlhan

'a kadar onca “münevverin”

40-50 yıl öncesinden

söyledikleri ne oluyor? (“Tek dişi kamış canavarın” ayaklarımız üzerinde durma iradesi gösterdiğimizde üstümüze çullanacağını, yarım asır öncesinden nasıl öngördüklerine yerimiz olsa da tek tek örnek versem.)



Hepsinden geçtim…



Daha dün üyelik başvurusunda bulunan türedi devletleri bile

AB

'ye alan

Avrupa

, elli yıldır bizi kapısında bekletmekle “

kırmızı kartı

” çoktan hak etmedi mi?



Kaldı ki, komplo teorisinin de kendine göre bir “raconu” vardır, bu nedir Allah aşkınıza. Almanya, Hollanda oturmuş Türkiye ile “

evetçilik/ hayırcılık

” oynuyor, he mi?



Yanlış anlaşılmasın, isteyenin istediği kadar “

saçmalama

” hakkı vardır.



Lakin “saçmalamak” da “köşe yazısında” durduğu gibi durmaz; bazı bünyeleri felâket çarpar.



Müdür zaten çok hassas, aranıyor!



Geçen gün sizin saçmalıklarınızın etkisiyle olsa gerek gündüz gözüyle, “

Avrupa 'hayır' diyor; çünkü 'evet' çıkmasını istiyor…

” dedi işte.



Normal bir insan böyle söylese kliniğe kapatırlar.



Ne hale getirdiniz adamı. Onu da Allah yarattı, yapmayın böyle.


#Cumhurbaşkanı
#Recep Tayyip Erdoğan
#Avrupa
#Sözcü gazetesi
#Yılmaz Özdil