Bu iki gazeteciye zulüm ne zaman bitecek?

04:007/09/2015, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Salih Tuna

28 Şubat süreciorduya “içerden” kumpas kurdu,“paralel yapı”dışardan. Lakin her iki kumpas da aynı merkezin“hizmetçisiydi.”Başka ifadeyle söyleyecek olursak, orduya harici ve dahili kuşatma/kumpas aynı merkezden yönetildi.“Paralel yapının”son günlerdeki imza kampanyalarında başrol oynayanlardanCengiz Çandar, 28 Şubat'ınhangi merkezden yönetildiğini şöyle anlatmıştı:“Meğer 28 Şubat'tan iki hafta sonra, 12 Mart Cumartesi günü Washington'da Dışişleri Bakanı Albright'ın çağrısıyla bakanlığın yedinci

28 Şubat süreci
orduya “içerden” kumpas kurdu,
“paralel yapı”
dışardan. Lakin her iki kumpas da aynı merkezin
“hizmetçisiydi.”

Başka ifadeyle söyleyecek olursak, orduya harici ve dahili kuşatma/kumpas aynı merkezden yönetildi.

“Paralel yapının”
son günlerdeki imza kampanyalarında başrol oynayanlardan
Cengiz Çandar, 28 Şubat'ın
hangi merkezden yönetildiğini şöyle anlatmıştı:
“Meğer 28 Şubat'tan iki hafta sonra, 12 Mart Cumartesi günü Washington'da Dışişleri Bakanı Albright'ın çağrısıyla bakanlığın yedinci katında, Türkiye toplantısı yapılmış. Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi orada. Türkiye'ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o gün konuşulmuş. Toplantıdan çıkan sonuç, 'doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli' olmuş…”

Paralel yapının merkez üssünün nerde olduğunu kimseciklerin anlatmasına da ihtiyaç yok, ayan beyan ortada.

Her iki kumpas da biribirinin mütemmim cüzüdür. Ben bunu bilir bunu söylerim.

Şayet
28 Şubat'ta
çocuklarımızın yaz aylarında Kur'an öğrenmelerine bile yasak getirecek kadar bu milletin dinine “savaş” açılmamış olsaydı,
“paralel yapının”
orduya
“kumpas”
kurmasına bu millet ne yapar eder izin vermezdi.

Paralel yapı devletin kılcal damarlarına yerleşirken bir yandan da sivil ve siyasi hayatı da tanzim etmeye çalışıyordu.

Hele hele, “dini düşünce ve hayatta” farklı hiçbir sese tahammülleri yoktu.

Daha evvel söylediğim gibi, sanki bir ihale açılmıştı da, ihaleyi
“yüklenici firma”
olarak
“Cemaat A.Ş.”
kazanmıştı.
“Hizmet”
bile tekelleştirilmişti, ötesi var mı?!

Piyasada dolaşıma sürülen “dini algının” dışındaki “İslami söylemleri” dillendirenler ya elimine ediliyor ya da meczup muamelesi görüyorlardı.

Bu garabete itiraz edebilecek bütün yapılar, cemaatler, oluşumlar da çoktan darmaduman edilmiş, haliyle önleri açılmıştı.

Büyük Doğu-İBDA
çerçevesinde aktif bir düşünce geleneği oluşmasın
diye Salih Mirzabeyoğlu'nun
hayatını kararttılar.

Memleketin dört bir yanında vakıflar, yurtlar kuran, bir yığın öğrenci evleri açan, dergiler, kitaplar çıkaran İskenderpaşa
Cemaati
'nin hadis profesörü lideri
Esat Coşan Hocaefendi
Avustralya'da şüpheli bir “trafik kazasıyla” aramızdan ayrıldı.

Gürül gürül akan İskenderpaşa irfan çeşmesi tabiri caizse, kuruyan bir çeşmeye dönüştürüldü.

Mahmut Efendi Hazretleri
'nin damadı ve muhtemel vekillerinden
Hızır Hoca
şehid edildi. Faili hâlâ meçhul.

Ve, birçok gazetecinin, yazarın sivil toplum liderinin, kanaat önderinin yetişmesine vesile olan, ülke sathında gerçekleştirdiği kültürel etkinliklere binlerce insanın iştirak ettiği
Fatih Akıncıları
orjinli
Selam gazetesi
ve
Tevhid dergisi
kapatıldı; sahipleri, yazarları, yöneticileri tutuklandı.

Bununla da kalmadı…

Selam gazetesi ve Tevhid dergisinin adından
“Selam Tevhid Örgütü”
üretildi. Paralel yapı da mezkur örgüt mensubu diyerek, söz konusu gazete ve derginin ismini dahi duymayan yüzlerce insanı yasa dışı dinledi.

Selam gazetesinin başına gelenler yeryüzünde hiçbir gazetenin başına gelmemiştir.

Mesela, bu gazetenin dağıtım müdürü
Abdülhamit Çelik, Uğur Mumcu
'yu
öldürdüğü
gerekçesiyle derdest edildi.
Abdulhamit Çelik
'in eşi basın toplantısı yaparak,
Uğur Mumcu
'nun
Ankara
'da
öldürüldüğü
24.01.1993 tarihinde,
İstanbul
'da Abdulhamit
Çelik'le
evlendiklerini, kocasının masum olduğunu, diğer gözaltına alınan
şüphelilerin
de o düğüne
şahit
olduklarını kamuoyuna duyurdu.

Bu açıklama
üzerine, Ankara Emniyet Müdürlüğü
evvela
düğün
davetiyesinin sahte tanzim edildiğini iddia etti. Hatta, düğün davetiyesini basan matbaacı, adli mercileri yanıltma iddiasıyla, gözaltına alındı.

Ne var ki, düğünde video
çekimlerinin
de yapıldığı, düğüne gelen
çok
sayıda tanık olduğu ortaya
çıkınca
tüm iddianame mecburen ve tamamen değiştirildi.

Bu değişikliğin ardından davanın savcısı
Hamza Keleş
de
İstanbul
Emniyet Müdürlüğü yetkilileri hakkında adaleti yanılttıkları gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Selam gazetesinin kurucusu avukat Hasan Kılıç ve sorumlu yazı işleri müdürü yazar Mehmet Ali Tekin
onca işkenceye (kafaya geçirilen poşete su doldurmak suretiyle boğma, soğuk suda belden aşağısı suda kalacak şekilde saatlerce bekletme, elektrik verme gibi) maruz kaldıkları ve onca yıl haksız yere içerde yattıkları yetmemiş gibi
Yargıtay 9. Daire'sinin
kararı yüzünden “hicret” etmek zorunda kaldılar.

Anayasa Mahkemesi
'nin kararlarını en çok bozduğu o meşhur eski Yargıtay 9. Dairesini biliyorsunuz.
Yakup Köse
'den
Hanefi Avcı
'ya kadar verdiği kararlarla “paralel yapının” çöreklendiği özel mahkeme kararlarının adeta “onay merkezi” gibi çalışmıştı hani.

Hasan Kılıç
ve
Mehmet Ali Tekin
'e zulüm devam ediyor hâlâ.

Yeter artık, bu zulüm bitsin; ya infaz durdurulsun ya da yeniden adil yargılanmanın önü açılsın.
#Selam Tevhid Örgütü
#paralel yapı
#28 şubat