Kim nerde ne kadar modern, ne kadar janjanlı, ne kadar işlevsel “bina” yaparsa yapsın, ama şehrin hafızasını tarumar etmesin!
Muhsin Ertuğrul Sahnesi''nin yıkılmasına da sırf bu yüzden karşıydım.
Yapılacak salonun, sahnenin ne kadar “modern” olacağını ben de biliyordum.
Lakin…
Bu “güzellikte” bir tiyatro binası başka yerde yapılsaydı ya!
Ve, adı da Hasan Nail Canat olsaydı…
Sırtımızda dekor taşıyarak Anadolu''nun en ücra köşesine kadar oyunlar sergilediğimiz o mümtaz tiyatro adamının adına ne çok yakışırdı bu.
Hayatı boyunca gördüğü her uygun mekanı tiyatro salonu yapmanın hayalini kuran Hasan abiye bir nebzecik de olsa vefa borcumuzu ödemiş olurduk. ( Ah Hasan abi, bir bilsen nasıl özledim seni; o ciğerden, o yürekten muhabbetini! )
Ben şimdi, Suna Pekuysal''lı “Lüküs Hayat”ı seyrettiğim koltuğu bir daha göremeyecek, çocuklarıma, “İşte şu koltukta, şu oyunu izlemiştim…” diyemeyeceksem, eskinin yerine yeni sahne yapılmış neyleyim!
Emek Sineması da tıpkı böyle; hatıralarımızın mekânıdır…
“Vizelerin kazası olur, sinema günlerinin olmaz…” diyerek üniversiteyi asıp, günde dört beş film izlediğimiz dönemlerde, kimi zaman bilet bulamadığımız da olurdu.
Emek Sineması''nın müdürü Hikmet Bey bizim gibi sinema manyaklarını gözünden tanır; kimseciklerin çakmayacağı şekilde beklememizi işaret eder; sinemanın önündeki kalabalık dağıldıktan sonra sandalye falan ayarlar, dışarıda kalmamıza asla gönlü razı gelmezdi.
Theo Angelopoulos''u kanlı canlı dinlediğim, Ettore Scola''nın “Çirkinler Kirliler ve Kötüler” filmini izleyenler arasındaki Türkan Şoray''ı gördüğüm mekan yıkılmasın tabii.
Her şeyden evvel çocuklarımın ilk kez film izledikleri sinema salonu yerli yerinde kalsın ki, “Babamla birlikte Levent Kırca''nın ''Son'' filmini şu koltuklarda izlemiştik…” diyebilme ihtimalleri hiç yok olmasın.
Uzun lafın kısası:
Emek Sineması restore edilsin; sesi perdesi, şusu busu son teknolojiye uygun şekilde değiştirilsin, ama milim yerinden oynatılmasın.
Öyle iflah olmaz nostalji müptelasıyım ki, değil Emek Sineması, Baykal''ın bile gram değişmesini istemem.
Şayet değişecekse başkaları değişsin.
Mesela Can Ataklı değişsin, yeni bir Yiğit Bulut''umuz olsun.
Fakat Baykal değişmesin.
Her yasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi''ne taşımanın yollarını arasın; hep karşı çıksın; hep muhalefette kalsın!
Hulasa…
Siyah beyaz yıllardan bugüne değişmeyen bir hatıra, bir nostaljik değer olarak varlığını sürdürsün.
Sağolsun, sürdürüyor da!
Zaten bunun için hiçbir zaman yanıltmıyor bizi.
Adalet Bakanının teklifine “ahlaksız teklif” demekle, tam da beklediğim tepkiyi vermiş oldu.
Üstelik bu tarz tekliflerin dik alasını vaktiyle kendisi yaptığı halde.
“Ahlaksız teklif” şöyle dursun, “ahlaksız tehditte” bile bulunmuş, “Anayasa Mahkemesi 367''ye gerek yok derse ülke çatışmaya sürüklenir…” demişti.
Şaka, yani Baykal bir yana, şehrin hafızası gerçekten de silinmesin.
Hilmi Yavuz üstadımız “Alafrangalığın Tarihi”nde bu hakikati “Modernlik ve Gelenek” başlığı altında dile getirir: “İstanbul''da saraylar dışında, konut olarak inşa edilmiş ve geçmişi iki yüz yıl öncesine çıkan bir tek (evet, bir tek!) bina vardır: Anadoluhisarı''ndaki Köprülü Divanhanesi…”
Böyle giderse değil iki yüz yıl, korkarım elli yıl öncesine giden bina kalmayacak.
Hilmi Yavuz mezkur makalesinin sonunda, “Türkiye''de modernleşme ve yenilik, imtidâddan değil de, sistemli bir unutturmadan ve geçmişe ait olan ne varsa (Prof. Dr. Walter Andrews''ün deyişiyle) hepsini ''görünmez kılma''dan geçiyor…” diyor.
Geçmişe ait olanı yıkan “muhafazakar” nihayetinde kendisini de “görünmez kılacağını” bilmez mi?
Yoksa…
İdris Küçükömer''in sağ - sol kavramlarını altüst edişi misali, Türkiye''deki “muhafazakar” ve “modern” üzerinde de yeniden mi düşünmeli?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.