Hatırlıyorsunuz değil mi, elan HDP milletvekilleri olan
'dan
Fırat'a kadar birçok isim “
bu işi ancak Erdoğan çözer"
diyordu.
'de, “
çözüm için hepimiz Erdoğan'ı desteklemeliyiz
" diyen
,
da imza kampanyasıyla destek gelmişti.
Aslında bu kanaat toplumun kahir ekseriyetinin duygu ve düşüncesinin dışavurumundan ibaretti.
Ne oldu?
“
" Sayın Erdoğan anaların gözyaşları dinsin diye bütün bir siyasi hayatını riske atarak, baldıran zehri içmek pahasına “sorunu" çözmeye koyuldu.
Bedelini de ağır ödedi.
Aslında
Gezi gericiliği de 17 Aralık darbe teşebbüsü de “diktatör
" algısının yerleştirilmeye çalışılması da hep bu bedele mündemiçti.
Anaların gözyaşlarını dindirmek demek, “
"yi inşa sürecine dev bir adım atmak demekti.
“Yeniden Büyük Türkiye"yi inşa etmek de dış dinamiklerin operasyon bataklıklarını kurutmak demekti.
***
Malumunuz, “
" başlayınca “aydın aşireti" çılgına döndü; “
demokrasi gelmeden barış olmaz
" diye diye kendilerini dağlara vurdular.
Sonuç itibariyle, PKK'nın savaşa, yani Mehmetçik öldürmeye devam etmesini istiyorlardı.
İstedikleri olmayınca da Erdoğan'a fasılasız hakaret etmeye başladılar.
Tehlikenin farkındaydılar.
Çatışmalı ortamda imtiyazlı konumlarını sürdürüyorlardı;
bataklık kurutulunca, “kuruyacaklarını" biliyorlardı
Bataklıkta yeşermek dolayımında yalnız değildiler.
ve
eksenli sorunlar (asimilasyon ve inkâr gibi faşizan politikaların da katkısıyla) dış dinamiklerin kolaylıkla operasyon çektiği “bataklıklara" dönüşmüştü.
İmdi, soru şudur:
Madem dış dinamikler için bu “
" vazgeçilemezdi, neden “
" diye tutturuyorlardı?
Sahi, ne menem çözüm istiyorlardı?
***
Hayır, hiçbir zaman istedikleri “
" değildi. Kürt ve Türk çocuklarının ölmesi de zaten umurlarında değildi.
Bunların dilindeki “
" harita dayatmaya gidecek yollara taş döşemekti.
Aydın aşiretinin (Hürriyet gazetesi köşe yazarı Taha Akyol'un “İslam nereye?" gibi oryantalistik serlevhalarına benzeyen) “Kürt sorunu" kavramlaştırması bile sorunluydu.
Evet, Erdoğan haklıydı; “
" diye bir şey yoktu, sadece ve sadece “Kürdün sorunu" vardı.
Bu aydınların tasnifleri de sorunluydu. Sözgelimi Irak'ı Sünniler, Şiiler ve Kürtler diye tasnif ediyorlardı. Sanki dersin Kürtlerin mezhebi yoktu.
Ahmet Altan gibiler de Türkiye'de de “İslamcılar, Kürtler ve Türkler" gibi tasnifler yapıyorlardı. (Bu kafa 2010'da Taraf gazetesinde “
İslamcılar Kürtler için yürüdü
" manşetine yer vermişti de, İslamcılar yerine Müslümanlar deseydin, Müslümanlar Kürtler için yürüdü" mü diyecektin; Kürtler Müslüman değil mi, demiştim.)
Hülasa, bu aydın aşiretinin ele aldığı hiçbir sorun çözülemez. Zira sorunun bizzat taşıyıcısıdırlar.
Sayın Erdoğan'a “diktatör" demelerinin gerçek nedeni, “
" neden olacak olan “çözüm süreci" yerine vahdete ulaştıracak olan “milli çözüm sürecini" devreye sokmasıdır.
Yoksa…
Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açan, Türkçe alfabede yer almayan bazı harflerin kullanılmasını serbest bırakan, ilkokullarda “andımız" uygulamasına son veren, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda hakkı tanıyan, barajı yüzde 5'e çekip daraltılmış seçim sistemi uygulamayı ya da ülke barajını kaldırıp tamamen dar bölge seçim sistemine geçmeyi talep eden bir lidere ne diye “diktatör" desinler?..
***
2013'te Diyarbakır'da okunan mektubuna da “
" yansımıştı.
O kadar ki, Öcalan'ın, “
Bugün Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıldır İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır…
" ifadesindeki İslam vurgusu
rahatsız etmişti.
Hatta, Hıristiyanların ve demokratların bundan tedirgin olmaları gerektiğini dile getirmişti.
DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk
, aydın aşiretinin bu güzide elemanını teskin emiş, “
PKK laikliğin güvencesidir
..." deyivermişti.
***
Devir değişmiş, bölgede ABD'nin taşeron örgütü IŞİD veya DEAŞ'ın vahşeti boy göstermeye başlamıştı.
PKK bu sefer de IŞİD' e karşı (tüm bölgede) laikliğin ve hatta yaşam hakkının güvencesi rolünü oynayacaktı. (Hele hele vesayetsiz yapamayan malum çevreler nezdinde PKK TSK'nın, HDP de CHP'nin rolüne bürünecekti. Bunun karşılığında da herkes Türkiye'nin bölünmesine razı olacaktı.)
Zaten bir süredir aydın aşiretinin azgın liberallerinden biri, “
konjonktür müsait, sakın azla yetinmeyin, bağımsız devlet kurun
" şeklinde kulaklarına üfürüyordu.
network de yanlarındaydı.
Aydın Doğan'ın adamları, paralelci çete, PKK ve HDP'nin bizi
(veya DEAŞ) belasından kurtaracaklarını propaganda ediyorlardı.
Daha önce de söylediğim gibi bütün mesele,
IŞİD'i eşitlemekti.
Dışarda ve içerde buna çalıştılar. Mesela,
üzerinden “
" eklemlenen Cumhuriyet gazetesi
tezvirini bu nedenle tekrar servise soktu.
Uzun lafın kısası, plan şahaneydi.
Ama bozuldu.
Uykuda polis öldürenlerin boğaz kesen IŞİD veya DEAŞ'tan farksız oldukları ortaya çıktı.
Gelgelelim, Erdoğan düşmanlığına mahkum olanlar derin uykularından hâlâ uyanabilmiş değiller.
Coşkun Bekirler, Dündar Uğurlar, Çölaşan Eminler
(Mehmetçiğin oy uğruna savaştığını söyleyecek kadar) PKK'nın yanına savrulduklarını bile göremiyorlar.
Erdoğan düşmanlığı gözlerini öyle kör etmiş ki, nasıl bir psikolojik harbe koşulduklarının ayırtına bile varamıyorlar.
Aydın Doğan'ın Hürriyet'i, Posta'sı, CNN Türk'ü böyle değil,
her şeyin gayet farkında, ve gayet
sinsi şekilde hareket ediyorlar.
TSK ile PKK'yı taraflaştırıp, kendilerini de tarafsızmış gibi göstermeye çalışarak tuğyandan (bozgunculuktan) yana taraf oluyorlar. “
" diyerek, PKK uzantısı bir partinin lideriyle Türkiye Cumhuriyeti'nin seçilmiş cumhurbaşkanını bir tutuyorlar.
Aydın Doğan,
darbesine katkısını, “
Benim medya organlarım İslamcı koalisyon hükümetine karşı savaş verdi
" diye ortaya koymuştu.
Peki şimdi ne yapmak istiyor?
“
Benim yayın organlarım PKK'nın yanında savaş verdi
" demeyecekse yayın organlarının bu rezil hali nedir?
Dünyanın hiçbir ülkesindeki merkez medya, düşman ordusu veya teröristlerle savaşırken kendi ordusu veya kendi askerine oy için savaşıyorsunuz demeye getiremez.
Sayın Aydın Doğan adamlarına lütfen çekidüzen versin.
Akan
kanıdır.
Bu vebalden kurtulmak,
'tan kurtulmaya benzemez.