Tunus’ta bir Kara Öküz

10:347/04/2015, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Şaban Abak

Geçen hafta Tunus'taydım. Haa, o “kara öküz sen miydin!?” diye takılabilirsiniz, maalesef ben değildim ama olmak isterdim.Türkiye adına bir kitap tanıtım fuarı için bir haftalığına gittiğim Tunus'ta çarşıyı pazarı gezerken, inanılmaz bir keşif yapmış bulunuyorum. İleride belki makale formunda resimleri ve belgeleriyle birlikte yeniden yazarım, ama şimdi Yeni Şafak okurları için meselenin özünü yazayım.Efendim, Tunus'ta 1550'de Turgut Reis'in bölgeyi kontrol altına alışıyla başlayan Osmanlı yönetimi

Geçen hafta Tunus'taydım. Haa, o “kara öküz sen miydin!?” diye takılabilirsiniz, maalesef ben değildim ama olmak isterdim.

Türkiye adına bir kitap tanıtım fuarı için bir haftalığına gittiğim Tunus'ta çarşıyı pazarı gezerken, inanılmaz bir keşif yapmış bulunuyorum. İleride belki makale formunda resimleri ve belgeleriyle birlikte yeniden yazarım, ama şimdi Yeni Şafak okurları için meselenin özünü yazayım.

Efendim, Tunus'ta 1550'de Turgut Reis'in bölgeyi kontrol altına alışıyla başlayan Osmanlı yönetimi döneminin eserlerini geziyordum. Başkent Tunus'un Medine denilen tarihi bölgesindeki kapalı çarşıları, camileri türbeleri öncelikle görmek istedim. Anadolu'da böyle yaparım. Herhangi bir şehre hatta eski büyük ilçelere gittiğimde öncelikle iç kaleyi ve hemen dibindeki Ulucami'yi sorarım. Gezip keşfetmeye oradan; Ulucami ve çevresindeki bedesten, medrese, hamam, cami, kütüphane, dergâh gibi yapılardan başlarım. İçlerinde ne yenilip içildiğine veya ne satıldığına değil öncelikle binanın kendisine bakar, mimariyi görmeye çalışırım.

“Sûk Et-Türk” denilen ve Kahramanmaraş veya Afyonkarahisar gibi Anadolu şehirlerindeki kapalı çarşılar gurubunun bir benzeri olan Türk çarşısını, Zeytuniye Camii ve Medresesi başta olmak üzere Yusuf Paşa kışlasını, Hamuda Paşa Camiini, türbeleri, kışla ve hastane binalarını dolaşıyor, kitabeleri okumaya çalışıyor, fotoğraf çekiyordum.

Bir Türk hanımefendinin 1814'te yaptırdığı Azize Osmana Darüşşifası, günümüzde de hastane olarak hizmet vermeyi sürdürüyordu. Sağını solunu bir iki kere turladım. Büyük ve birkaç bölümden oluşan bir yapıydı. İçeri girdim. İki katlı kapalı avlulu medrese tarzındaki ana bölüme gelince dört bir tarafındaki odaların kemerli kapılarının başında Türkçe tek kelimelik kitabeler gördüm. Her odanın kapısının üstünde siyah mürekkeple mermere yazılmış üç veya dört kitabe vardı. Okumaya başlayınca gözlerime inanamadım.

İki yüz yıl önce Tunus vilayetimizde Azize Osmana Hastanesinin bu ana bölümünde görevli personelin adlarından veya lakaplarından oluşan bu kitabelerde sırasıyla şu kelimeler yazılıydı:

Kulaksız, Deli Mustafa, Zane Beşe, Babadağlı, Bursalı, Hatip, Kütahyalı, Sağır Ahmet, Kara Öküz, Galip, Terzi Ali, Arnabud Mehmet, Lütfullah, Kalemtahi, Sakız'lı, Çolak, Kıbrıslı Şerif, Kazaz, Deli Uzun, Stanköylü, Küçük Hüseyin, Çandarlı, Tatar Ömer, Caluli, Çiftçi, Bâli, Diyarbekirli, İsa Beşe, Kara Burunlu, İçovalı, Tunuslu, Çakal ve Baba Arslan.

Arada okuyamadığım, mürekkebi solmuş veya üstü badanayla kaplanmış 10 kitabe daha var.

İlk gözüme çarpan “Çakal” olmuştu çünkü cim'in altında üç nokta vardı. Bu ise Arapça'da bulunmayan sadece bize mahsus bir harfti, yani “ç” idi. Çakal yazısını okuyunca içimden “vay çakal vaay, beni atlatacağını sandın ama bak geldim işte!” diye takıldım, Kara Öküz'e gülümsedim, Deli Mustafa'dan, Tatar Ömer'den çekindim ve cümlesinin ruhlarına bir Fatiha okudum oracıkta.

Kimdi bu insanlar, ne zaman gelmişlerdi Bursa'dan, Babadağ'dan, Kıbrıs'tan, Diyarbekir'den? Ve acaba burada mı yerleşmişlerdi, eyleri çocukları var mıydı, mezarları neredeydi, görevleri neydi bilmeden, öğrenemeden döndüm maalesef.

Tunus Uluslar arası Kitap Fuarı büyük bir alanda oldukça hareketliydi. Türkiye standına her gelen şaşırtıcı bir ilgiyle, Türkiye sevgisiyle ama daha çok Osmanlı dönemine duydukları ilgi ve merakla sorular soruyorlardı. Atalarının Türk olduğunu, babaannesinin veya dedesinin Türkçe bildiğini söyleyen, Türkiye'deki köklerini merak eden, bilgi soran yüzlerce kişiyle karşılaştım. “Benim büyük dedelerim Ankara'dan gelmişler, acaba ben Ankaralılara benziyor muyum?” diye soran adama “tam bir Ankaralısın” dedim ama aslında daha çok Çorumlulara benziyordu.

Hasılı, gezdiklerim, gördüklerim, yiyip içtiklerim silinip gitti ama Azize Osmana hastanesinin kapı başlarındaki o isimler sanki canlı insanlarmış da oradan hepsi birden odalarından çıkıp beni karşılamışlar gibi hâlâ o şaşkınlığı yaşayıp duruyorum.
#tunus
#şaban abak
#şaban abak yazıları