Batı ülkelerinde kimse çıkıp “Vatikan kapatılsın!” demiş midir, şimdi sahiden merak ettim. Ama kuyruğu o malum ülkelerdeki kimi basın organları sık sık “Diyanet kapatılsın” kampanyası açıyorlar. Öyle ya, nasıl olsa “başkasının kurumu”, kapatılsa siz ne kaybedersiniz ki!?
“Bayraktan hilâl çıkarılsın”, “nüfus cüzdanında din hanesi olmasın” (veya baba adı yazmasın!) gibi din ve namus gayretinden neşet etmiş parlak fikirler duyarız arada bir. Nöbetleşerek ısıtılıp gündeme getirilen konulardan, daha doğrusu bitmek bilmez karın ağrılarından biri de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özelleştirilmesi, hatta mümkünse kapatılmasıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz akı kurumudur. Milletimizin gözbebeği ve dinimizin birinci koruyucusudur. Bütün eksiklerine ve kusurlarına rağmen bu böyledir. Tek kusuru, tüm İslam Dünyası başta olmak üzere bütün dünyayı görev kapsamı içine almamış oluşudur. Oysa önüne gelenin İslam dinini tahrif etmeye ve çarpıklaştırmaya çalıştığı böyle bir zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı, “İslam budur!” diyecek tek yetkili merci olmalıdır. İnşaallah yakın gelecekte bu hayatî görevini yalnızca Türkiye içinde ifa etmekle yetinmez ve bütün dünyaya şamil hale getirir.
Diyanet'ten rahatsız olanların başında hiç şüphesiz tarih boyunca İslam'a ve Müslümanlara savaş açmış olan Batı gelmektedir. Bugün de İslam'a ve bilhassa biz Müslüman Türklere karşı dinmek bilmez bir kindarlık içinde olduklarını her gün bütün dünyada görüyoruz. Bu belki kendilerince onların görevidir de, sonuçta düşmana bize düşmanlık ettiği için kızamayız. Biz de kendi tedbirimizi almak ve dinimizi, vatanımızı, namusumuzu korumak için en yüksek gayret, çalışma ve fedakârlığı göstermekten kaçınmayız.
Diyanet'ten rahatsız olan ikinci kesim düşman güçlerin işbirlikçisi olarak içeride beslenmiş ve korunmuş unsurlardır ki bu da bir yerde “olağan”dır. Bunların başında Batılı şirketlerin yerli ortakları, çıkarlarını düşman güçlerin çıkarlarıyla özdeşleştirmiş sermaye çevreleri, yine o ülkelerin papazlar tarafından eğitim verilen okullarında okuyup beyni yıkanmış ve İslam'a da Müslümana da yabancılaşmış yerli “devşirmeler” gelmektedir. Böyle kimseler için “zulüm 1453'te başlamıştır” ve Sultan Alparslan da Anadolu'yu “işgal” etmiştir. Dolayısıyla bayraktan hilâli çıkarmayı, Diyanet'i kapatmayı veya iki erkeğin birbiriyle evlenmesini talep etmek onlar için su içmekten kolay!
Diyanet'ten rahatsızlık duyan üçüncü unsur en korkunç olanıdır. Bunlar Kur'an-ı Kerîm'i tahrif edip İslamiyeti bozmak ve mümkünse birkaç “İslam kilisesi” icat etmek isteyen Müslüman görünümlü unsurlardır. İçlerinde gerçekten İslam dinine mensup olanlar da vardır ama kendilerinin adına “İslam” dedikleri şey hakikatte İslam değil; düpedüz bir sapıklıktır! Genellikle bir sahte peygamber, sahte mehdi veya şeyh kılığında bir ajanın yönetimindeki bu tür “İslamî cemaatler” kendi sapıklıklarını gönüllerince “İslam” adıyla duyurup yayamıyor; tanıtamıyorlar, çünkü karşılarında Diyanet İşleri Başkanlığı var! Tarikatlerin resmî manada yasaklı olmasından da gizli bir sevinç duyduklarına eminim bu çevrelerin, çünkü meydan onlara kalmış durumdadır.
Hele bir de “Diyanet özelleştirilsin veya özerkleştirilsin, cemaatlere bırakılsın, bütün inançları kapsasın” gibi düpedüz karnından konuşanlar var ki “ağzın kurusun!” diyorum onlara. Eblehliğine doyma!
Diyanet'in kapatılması veya cemaatlere bırakılmasının ertesi günü Allah muhafaza etsin, her sapık cemaat, her tarikat görünümlü gizli ajanlık örgütü derhal kendine göre İslam tarifi yapacak “özel diyanet örgütünü” kuracaktır. Namazı üç vakte indiren mi dersin, ramazan orucunu kış aylarına alan mı, tavuktan da kurban olur diyen mi, beğen beğen al! Kelime-i Tevhid'den Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed'in adını çıkaranlarla, Peygamberi ve sünnetini tümden din dışına çıkaranlar da tatlı bir rekabete girerler artık. Yarışmayı kazanan taraf için sıra, çağı ve modası geçmiş(!) âyetleri ayıklamaya gelecektir.
Bir de 'Diyanet bütün dinleri kapsasın' yavesi var ki akıllara seza! Mezhepleri, tarikatleri dese hadi neyse, “dinleri ve inançları”! Hadi diyelim ki “İnned'dine indAllah'il İslam” ayetini bir ara hutbelerden çıkarttırdın, Kuran'dan da mı çıkartacaksın? Peki yarın Vatikan çıkıp ben de bütün dinleri kapsamaya karar verdim, “İslam Dairesi Başkanlığı” kuruyoruz!” derse gidip dinî merkez ve fetva makamı olarak Papa'lığa mı tâbi olacaksınız? İşte Almanya Aleviliği “ayrı bir din” olarak tanımladı, yani Aleviler Müslüman değildir demek istedi farkında mısınız? Şimdi Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin, Sarı Saltukların, Şahkulu Sulatn'ın evlatları “eh artık, madem ayrı bir dinmiş, biz de gidip Almanya'ya bağlanalım mı diyecekler, elbette hayır!
Diyanet'le başı hoş olmayan son gurup “devlet, millet ve hukuk” kavramlarıyla da tanışmamış olan sözde radikal İslamcı kimi unsurlardır. Bunların ekserisi İngiliz ve Fransız işgaline uğramış Osmanlı topraklarında, (işgale ve işgalcilere meşruiyet kazandırmak amacıyla) ülke ve toplum yönetimini dışarıda bırakacak şekilde İslam'ın alanını daraltmış açık veya gizli ajan yazarların tesiri altındadırlar. Bunlara göre İslam, bir devleti öngörmez, Müslümanlar yeryüzünde koyun sürüsü gibi yayılarak yaşarlar, başlarında en fazla bir imam bulunur ki onu da herkes yapar zaten. Ne hukuk gereklidir, ne sınır, ne ordu! Vatan duygusu da gelişmemiştir bu tiplerde, ha Medine ha Londra, ha Kudüs-ü Şerif ha Newyork! “İslam milleti” kavramını da bilmezler çünkü tam anlamıyla cemaatçidirler, kendi küçük ve marjinal guruplarını bütün İslam Milletinin yerine koyarlar. Kendi adi çıkarlarını toplumun ortak iyiliğinin önüne almışlardır. Hemşehrici, bölgeci veya doğrudan ırkçıdırlar, bütün İslam Ülkesi'ni (Dar'ül İslam'ı) kuşatacak bir harita bilincine sahip olamamışlardır. Çünkü gerçekten İslam'la tanışmamışlardır, onun çarpık, sömürge aydını süzgecinden geçip kırılmış bir yansımasını İslam sanmaktadırlar. Gerçek anlamda “laik”tirler, din düşmanlığını “laiklik” kavramıyla kamufle edenlere karşılık bunlar da devlet düşmanlığını “dindarlık” kisvesiyle örtmeye çalışırlar. Ateist laiklerle bu sözde dindar laikler aynı ipe sıralanmış tuhaf bir urgan yarışı içindedirler.
Çok sinirli olduğumun farkındayım ama yeterli değil. Umarım bir gün hepimiz aynı anda –üstad Nuri Pakdil'in temenni ettiği gibi- dipten, taa tabanlarımızdan müthiş ve soylu bir öfkeyle yerimizden doğruluruz.
Günün türküsü: Köroğlu'nun “Leş bir yana, baş bir yana!” türküsünü tavsiye ediyorum. İrfan Gürdal söylüyor.