Gerçeği görmek yetmiyor, onu kabullenmek de gerekiyor…
Gerçeği görmek deyince aklıma Hudeybiye Barışı geliyor…
Hudeybiye’den çıkarılacak dersler var…
Olumsuz gibi duran koşullardan olumlu sonuçlara ulaşılabileceği mülahazası...
Her yeni koşul altında ondan çıkarılacak dersler tüketilmeden sürüp gidiyor...
Görünüşte Müslümanların aleyhine gibi duran anlaşma hükümleri çok geçmeden her biri Müslümanların lehine doğru sonuçlar vermeye başladı. Bunun üzerine Kureyş, her defasında kendi zaferi olarak antlaşma metnine koydurduğu hükümlerin bazısının kaldırılması için müracaat etmek zorunda kaldı.
Olay şudur: Müslümanlar Hicret’in altıncı yılında Resulullah’ın işaretiyle umre yapmak üzere 1500 kişilik bir kafileyle Medine’den Mekke’ye hareket etti. Mekke’ye yaklaşık 17 kilometre mesafede, Hudeybiye mevkiinde mola verdiler. Kureyş, Müslümanların Mekke’ye savaş için hareket ettiği zehabına kapılarak onları durdurmak istedi. Taraflar arasında elçiler teati edildi ve sonuçta Hudeybiye mevkiinde taraflar arasında bir antlaşma akdedildi. Bu anlaşmaya göre Müslümanlar o yıl umreden vazgeçecekler, umre ziyareti bir sonraki yıla bırakılacaktı... Diğer hükümler de zahiren Müslümanların aleyhine görünüyordu. Ashap derin bir çöküntüye uğradı. Hz. Ömer taşkınlıklar gösterdi. Hz. Ebubekir ise mutmaindi. Ancak ashap öylesine melal içindeydi ki anlaşmanın imzalanmasından sonra Resulullah onlara: “Haydi, artık kurbanlarınızı kesiniz ve başlarınızı tıraş ediniz!” buyurmasına rağmen hiçbiri yerinden kımıldamadı. Ancak Resulullah’ın tıraş olup kurbanını kestiğini görünce harekete geçtiler…
Bu ayrıntıların önemi şurada: Ashap reel koşulun icabına göre düşünmüyordu. Var olan koşulun gerçekliğini değiştirmek istiyordu. Oysa Resulullah hem kendi kalarak hem var olan koşulun gereğini dikkate alarak hareket ediyordu.
İslam fütuhatı dinde zorlama yoktur (Kur’an, Bakara, 256) ilkesini esas alıyor. Muhatabı olduğu gibi kabul etme, onun iradesine müdahale etmeme…
Fetih, İslam ile teması yasaklanmış olan insanların İslam’la teması sağlandığı anda misyonunu ikmal etmiş sayılır. Bu düstur bütün İslam devletlerince benimsenmişti. Nitekim Osmanlı Devleti de fethettiği yerler ahalisinin dilini, dinini, geleneklerini değiştirmeye teşebbüs etmedi. Müslüman olanlar zaten İslam’ın şartlarına göre hareket etmeyi önceden kabul etmiş oldular…
Kendi olarak bırakarak değişimi gerçekleştirmek: bu bizim kültürümüzün özelliği…
Kendi olmaktan çıkararak değişimi gerçekleştirmek: Batı kültürünün özelliği…
Batı kültürü bu özelliğinin sonucu olarak işgal ettiği (fethettiği değil, işgal ettiği) yerlerin ahalisine kendi dilini, dinini kabul etmeye zorladı. Durumu Batı’nın sömürgeleştirdiği her yerde görürüz. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı ülkelerinin mandası altına sokulan yerler 15-20 yıl içinde sömürenin dilini konuşur hale geldi.
Oysa yüzyıllar boyu Osmanlı Devleti ile bir arada yaşayan ülkeler kendi dillerini ve geleneklerini korudular.
Durum, gerçekliğe hayıflanma yerine olduğu gibi kabul ederek onu aşmanın üstesinden gelme temrini…
Bu virüs de nereden çıktı diye hayıflanmaya gerek yok. O var. Öyleyse önerilen önlemlere riayet ederek, yani gerçeği görüp kabullenerek onu aşmaya bak!
1400 yıl sonra, Hudeybiye bize bu gerçekliği bir daha fısıldıyor…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.