Demokrasi ve benim yabancılaşmam

04:004/02/2021, Perşembe
G: 4/02/2021, Perşembe
Rasim Özdenören

Ergün Yıldırım 31 Oca 2021 tarihli yazısında (Yeni Şafak) diğer iki yazarla birlikte benim de adımı anarak bizim “Türkiye’nin realitesine karşı ciddi bir yabancılaşma içinde” olduğumuzu ileri sürüyor. Yazısının o bölümü şöyle:“Rasim Özdenören, Ali Bulaç ve Yaşar Kaplan gibi aydınlar nezdinde, 2000 yıllara kadar demokrasi ötekidir. Bu aydınlar İslamcı siyasal liderlerin ve Türkiye’nin realitesine karşı ciddi bir yabancılaşma içindeler. Demokrasi ile yükselen, belediyeler kazanan ve daha sonra iktidara

Ergün Yıldırım 31 Oca 2021 tarihli yazısında (Yeni Şafak) diğer iki yazarla birlikte benim de adımı anarak bizim “Türkiye’nin realitesine karşı ciddi bir yabancılaşma içinde” olduğumuzu ileri sürüyor. Yazısının o bölümü şöyle:

“Rasim Özdenören, Ali Bulaç ve Yaşar Kaplan gibi aydınlar nezdinde, 2000 yıllara kadar demokrasi ötekidir. Bu aydınlar İslamcı siyasal liderlerin ve Türkiye’nin realitesine karşı ciddi bir yabancılaşma içindeler. Demokrasi ile yükselen, belediyeler kazanan ve daha sonra iktidara gelen gelişmeleri öngörememişlerdir. Onlara yol gösterememişlerdir. Adeta onlara rağmen yine devlet, İslamlaşma ile demokrasi ilişkisinin kurulmasına yol vermiştir.”

Diğer yazarların görüşü burada benim ilgi alanımın dışında.

Ancak ben Yıldırım’ın toptancı bir bakışla herkesi aynı kap içinde gördüğünü belirtmek istiyorum. Toptancı ve genellemeci bakış burada da fena hâlde yanılıyor.

İmdi, bu kısa belirlemeden sonra:

1.
Bizim demokrasi üzerine olan görüşümüz herhangi bir tereddüde meydan bırakmayacak denli net olmasına rağmen kendi önyargısını bize izafe ederek yakıştırılan ithama rastlamam ilk ve şaşılası bir durum değil. Bizi yeterli bir dikkatle okuyan biri, tezlerimizin sıradan değerlendirmeler olmadığını, ülkemiz literatüründe olsun dünya literatüründe olsun özgün görüşler olduğunu saptayabilir. Burada bir kez daha vurgulamam gerekiyor, biz çağın gözüyle İslâm’a bakmıyoruz, İslâm’ın gözüyle çağa bakmayı öneriyoruz. Değerlendirmemizi bu ilkeden hareketle yapıyoruz. Bu bakış açısı Tanzimat’tan bu yana yitirmiş olduğumuz kıstastır… Yazarımızın, büyük bir deha olarak nitelediği Namık Kemal de aynı yanlış bakışın mağdurlarından biridir. Biz gerek Namık Kemal üzerine gerek diğer yazar ve şairlerimiz üzerine fikir dermeyan ederken onların Müslümanlığını ve imanını sorgulamıyoruz. Salt savundukları fikirleri ele alıyoruz.
2.
Yazar “Demokrasi ile yükselen, belediyeler kazanan ve daha sonra iktidara gelen gelişmeleri öngörememişlerdir. Onlara yol gösterememişlerdir” diyerek bizi eleştiriyor. Burada da ciddi ve bir o kadar yaygın kafa karışıklığı söz konusu. Belediyeleri veya hükümeti yönetenlerin dini akidesiyle yönetim biçiminin mahiyeti birbirinden farklıdır. Aynı şekilde, seküler bir yönetim rejiminde İslâm hukukuna ait bazı hükümlerin benimsenip uygulanması ile o rejimin mahiyeti gene birbirine karıştırılmamalı. İngiltere veya ABD vb. İslâm’ın miras hukukunu, aile hukukunu vb. benimseyip uygulamaya koysa İslâm Devleti mi olmuş olur? Bu hukuku orada yürürlüğe koyan irade, onu ilga etme hakkına da sahiptir. Oysa İslami iradenin yürürlükte olduğu bir rejimde uygulama yanlış da olsa, hatası ve savabıyla orada İslâm’ın yürürlükte olması esastır.
3.
Asıl konumuza dönersek…

Bizim demokrasi ve diğer tüm Batı menşeli siyasal, felsefi kavramlar üzerine yaptığımız değerlendirmelerde onları kendi iç nitelikleri açısından ele almıyoruz. Onu zaten herkes yapıyor. Konuya İslâm ilkeleri açısından yaklaşıyoruz. Oysa Tanzimat’tan bu yana, İslam’ı kendine yabancı kavramlar açısından anlamaya ve algılamaya çabaladılar. Burası çok önemli… Nitekim bizi Türkiye gerçeğine yabancılaşmakla itham eden yazarımız da aynı dairenin içinde yer alıyor.

Demokrasi açısından konuyu Türkiye gerçeğinde ele almak gerektiğinde de olaya bodoslama atlamıyoruz. Konuyu iki farklı düzlemde değerlendiriyoruz: A. Türkiye demokrasinin neresinde? B. Demokrasi İslâm’ın neresinde? Bu soruları ayrı ayrı ele alarak cevaplandırıyoruz.

4.
Bizim, demokrasi ile ilgili yazılarımızın yayınlandığı 90’lı yıllarda Türkiye’nin demokrasi ile pek az temas noktası olduğunu belirterek demokratikleşme doğrultusunda neler yapılması gerektiğini maddeler hâlinde sıraladık. Onların bir kısmının 2000’li yıllardan sonra yürürlüğe konulduğunu da gördük (Merak edenler Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti -İz Yayınları- kitabımıza bakabilir).
5.
İslami yönetim biçimi henüz hiçbir demokrasinin ulaşamadığı, teorik olarak ulaşması da gayrikabili mümkün görünen bir donanıma sahiptir. İslâm Devleti’nin tebaası olan zımmîler aralarında kendi hukuklarını uygulamakta serbesttir. Bu durum kimilerinin sandığı gibi çok hukukluluk da değildir. İslâm hukukunun mahiyetinde mündemiçtir (Medine Vesikası). Oysa hiçbir demokrasi kendi yurttaşına yürürlükteki hukuk dışında kalan hukuka tabi olmasına müsaade etmiyor, kendi hukukunu dayatıyor.
6.
Bir devletin yönetim rejimi onu yönetenlerin dini veya siyasi akidesiyle bağımlı değildir. Türkiye, ahalisinin çoğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülke. Ancak seküler yönetimi tercih etmiş. Rejimin, yurttaşlarının bazı dini uygulamalarına göz yumması veya izin vermesi, rejimin niteliğini değiştirmez. Bu tür uygulamalar söz konusu rejimin ihsanı hükmünde sayılır. Buna bakarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslümanlaştığını sanmak feci bir yanılgıdır.
7.
Demokrasinin bazı umdelerinin İslâm devletinde de yürürlük bulması (seçim, insan haklarına riayet vb. uygulamalar modern demokrasiden önce İslâm devletinde mevcuttu) onun demokratik bir yönetim olduğu anlamına gelmez.
8.
Şimdi asıl tefrik edici noktaya geliyorum, ki bu husus üzgünüm ki en çok gözden kaçırılan temel ilke: halk idaresi (demos/kratos) olarak tanımlanan demokraside halkın iradesi nasıl teşekkül ediyor sorusu… Hakimiyet hakkının en yüksek tecelli noktası yasa yapmada ortaya çıkar. Demokrasilerde bu irade halkın çıkarı doğrultusunda kullanılır. Örneğin iktisadi rejim faizli işlemleri öngörüyor ve onda menfaat buluyorsa yasasını buna göre vaz eder. Oysa İslâm yönetiminde (burada yönetimin mahiyeti demokrasi veya otokrasi vb. fark etmez) halk iradesinin üstünde ve ona da egemen olan üst ilkeler söz konusudur. Demokrasilerde o üst ilkeler de insan marifetiyle yürürlüğe konulduğundan değiştirilmesi de insanın elindedir.

Kitaplık bir konuyu burada birkaç cümleyle özetlememiz imkân dışı. Ancak bütün bunları dikkate almadan ve toptan yargılarla ve daha önemlisi önyargı ile yapılan değerlendirmeler kaçınılmaz olarak sahibini zor duruma sokar…

#Demokrasi