Olan yeni anayasaya mı olacak?

04:0023/11/2016, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

Son bir haftayı Cumhurbaşkanlığı tartışmasını, Şanghay ittifakına girme ihtimalimizi ve cinsel istismar tasarısını konuşarak geçirdi Türkiye…



Bunlar arasında Cumhurbaşkanlığı meselesi mühim. Çünkü Türkiye ne zaman Başkanlık sistemini tartışmaya başlayacak olsa, muhalefetin yaygaracı itirazıyla ve “diktatörlük” söylemleriyle durduruldu. Bunu daha önce de yazmıştım; bugüne dek parlamenter sistem defalarca by-pass edildiğinde, Meclis'in yetki ve sorumluluk alanı vesayet altına alındığında, siyasete sivil görünümlü müdahaleler yapıldığında, seçilmişler çalıştırılmadığında, Anayasa Mahkemesi “gözünün üstünde kaşın var” sebebiyle parti kapattığında; ihtiyaç halinde TBMM feshedildiğinde demokrasi kaygısı duymayanlar, Başkanlık konusu her açıldığında “yetkilerin tek elde toplanacağından" sözedip, “peki demokrasi ne olacak?” diye sordu.



Her konusu açıldığında bu fikir öyle büyük bir direniş ve öfkeyle karşılaştı ki, Başkanlık sistemi ne halka anlatılabildi, ne de bu konuda düzgün bir çalışma yapılabildi. Dolayısıyla gündeme her geldiğinde ertelenmek durumunda kalındı.



Öte yandan halihazırda; “halk tarafından seçimle gelmiş bulunan ama resmi yetkileri atanmış gibi olan bir Cumhurbaşkanı ile yürütmenin başındaki Başbakan” gibi iki başlı tuhaf bir sistem var Türkiye'de. İki seçilmişi ve tek parlamentosu olan bir sistemle yönetiliyoruz. Ki o parlamenter sistemin arızalarını, yasama ve yürütme arasındaki kuvvetler ayrılığını sağlamaktan çok uzak olduğunu, hepimiz pekala biliyoruz.



Ama yine de Başkanlık sistemine karşı bir direnç var, zira halk Başkanlık sistemini kendisine anlatılamadığı için bilmiyor, siyaset-ekonomi-sivil toplum elitleri cenahında ise ideolojik nedenlerle Başkanlığa karşı çıkılıyor. Ama işte, Davutoğlu'nun Başbakanlığı bırakma süreci ve öncesinde gördüğümüz üzere, iki başlı bu sistemle de yürümüyor…



Sanırım geçen hafta dillendirilen “Cumhurbaşkanlığı sistemi” bu döngüsel çıkmaz nedeniyle ortaya atıldı. Erdoğan da, Cumhurbaşkanı'nın partisiyle bağının kopmaması gerektiğini söyleyerek yeni isimlendirilen bu sisteme soğuk bakmadığı mesajını verdi.



Böylece referandum sürecinde halka “Cumhurbaşkanı seçilmiş ama halihazırda herhangi bir yetkisi yok, bu sistemle Başkanlık gelmeyecek sadece Cumhurbaşkanına yetki verilecek” denilecek. Böylece rejimin değişmesi ihtimalinden deli gibi korkan ideoloji bekçileri ve elitlere “seçilmiş olan Erdoğan'a yetki verileceği ama rejimin değişmeyeceği garantisi” verilmiş olacak. Anladığım kadarıyla, Anayasa'da ise yeni yürütme-yasama ilişkilerini düzenleyecek 15-20 maddelik bir değişiklik yapılmakla yetinilecek. Buna göre, Anayasa'nın ilk 3 maddesi de değişmeyecek, yani üniter devlet, eğitim dili, Türk vatandaşlığı gibi konularda herhangi bir değişiklik yapılmayacak.



Türkiye'nin üniter devlet olarak kalmasına, eğitim dilinin Türkçe olmasına, vatandaşlık tanımına itirazı olanlar da, olmayanlar da olabilir. Benim mesele ettiğim bu değil. Ama 2002 sonrası Türkiye'si, 12 Eylül'ün ve tüm darbelerin, vesayet yapılarının mirasından ve hayaletinden kurtulmaya çalışan bir Türkiye'ydi. Hala öyle. Partili Cumhurbaşkanlığı oylanırken, artık yama bile tutmayan 12 Eylül anayasasının korunması ve üzerinde sadece birkaç maddelik değişiklikle yetinilmesi, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumu tarif etmiyor. Bu ülke bundan daha fazlasını içeriyor.



İkincisi, Türkiye'de devlet ve toplum arasındaki iktidar ilişkileri artık bırakın 70'leri ya da 80'leri, 2000'li yıllarla bile mesafeyi çok açmış durumda. Sırf 15 Temmuz'da sokağa dökülerek tanklara kafa atan milletin görüntüsü bile, demokrasi algısı, ortak özgüvenin gelişmesi, hakların ve sorumlulukların farkına varılması konusunda az zamanda çok işler başarıldığının; bugünkü toplumla bundan 15 yıl öncesinin toplumu arasında büyük fark olduğunun kanıtıdır. Peki, bu yeni durumu yansıtmayan, devletle toplum arasındaki ilişkiyi doğru biçimde kurmaktan çok uzak olan bu anayasayla Türkiye nasıl yürüyecek?



Darbe savuşturmuş bir toplumun darbe anayasasıyla yönetilmesinin haksızlık olması bir yana, devletin ideolojik kalıntılardan kurtarılmasının ve topluma ayak uyduracak denli işlevsel hale getirilmesinin vakti de geldi geçiyor.



Eğer yeni anayasa yapılmazsa; bu, “başkanlık istemezük”çülerin yeni zaferi olacak.



İzin vermeyelim lutfen…


#Şanghay ittifakı
#Anayasa Mahkemesi
#Partili Cumhurbaşkanlığı