Osmanlı ailesine mensup olan Nilhan Osmanoğlu'nu referandumda “evet” oyu kullanacağını söylediği için savunanlar var, bir de O'na saldıranlar… Doğrusu, bir yandan İslamcı diye etiketledikleri, bedel ödemiş mahalle sakinlerine haksız, ahlaksız, neredeyse gözü dönmüş şekilde saldırıp, bir yandan da Nilhan Osmanoğlu'nu cansiperane savunanlara bakınca, insanın bu konuda tek laf edesi gelmiyor. Ama yine de bir şeyler söylemek isterim, çünkü mesele “evet” ya da “hayır”dan biraz daha derinde...
Nitekim herkesin referandumda “evet” ya da “hayır” deme hakkı var ve kimse bu iki seçenekten birini tercih etti diye terörist filan olmaz. Öteden bu yana demokrasi diyorsak ya da bir demokraside yaşamayı önemsiyorsak, “benim hakkım, ötekinin hakkının sonucudur” ilkesini içselleştirmek, o olmuyorsa en azından saygılı olmak durumundayız.
Ama görünen o ki, Nilhan Osmanoğlu meselesinde, konu Nilhan Sultan'ın vereceğini söylediği “evet” oyundan daha derinde. Mesele, yine ve bir kez daha, karşılaşmaktan artık ciddi biçimde bıkkınlık duyduğumuz o klasik rejim “hassasiyetleri”nde… Nitekim sırf Gülse Birsel'in şaşkınlıkla, gözlerime inanamayarak okuduğum, “hanım hanım, bana baksana sen” soslu, elini beline koymuş mahalle kavgacısı üsluplu yazısından bile bunu anlayabilmek mümkündü. Yazılarından alışkın olunan o ince mizahlı, zarif ve nazik üsluplu, “şeker tadında” sevimli kadın gitmiş; yerine kaba, dümdüz, pek de saygın bir tarzı olmayan, Cumhuriyet'in ceberrut bekçisi tiplemesi ışınlanmıştı.
Belli ki, son padişah Vahdettin'in kötüye çıkmış adıyla, nefret paratoneri şöhretiyle sembolize edilen Osmanlı ailesinin; ne kadar “nankör”, nasıl da “çıkarcı”, ne derece “bencil”, “korkak”, “paragöz” vesair vesair insanlar olduğuna yönelik o ezber bir yerlerden bir kez daha başını çıkartmıştı. Osmanlı soyundan gelen Nilhan Osmanoğlu parlamenter sistemi eleştirmedi de Cumhuriyet'i yıkmak istedi sanki. Oyunun rengini açıklamadı da, üzerine titrenen 1923'ü ve Atatürk'e dair her şeyi bir biçimde geçersiz kıldı sanki. Öyle tahammülsüz bir tepki yükseldi ki, oraya dokunulduğunda içlerinden engellenemez bir “cazgır”ın çıktığı bir kez daha tescillendi. “Cumhuriyet kadını dişiyle tırnağıyla çalışarak sultan oldu” minvalinde laflar edenlerin sergilediği sözkonusu performansa bakınca “sultan” olup olamadıklarıyla, nasıl sultan olunacağıyla ilgili bir tartışmaya girmeyi hiç istemem. Hele Müjdat Gezen ve Yılmaz Özdil'in pespaye diyalogunu anmaya değer bile bulmuyorum.
Ama tarih boyunca her yeni rejimin varoluşsal bir biçimde öncülünü şeytanlaştırdığının akledilebilmesini, doğrusu isterdim. Yeni Türkiye Cumhuriyeti rejimi ancak ve ancak, Osmanlı'yı iblisleştirerek kendi meşruiyetini ve toplumsal desteğini sağlayabilirdi. Nitekim değişen sadece yönetim değildi, bir imparatorluktan ulus-devlet modeline geçiliyordu ve imparatorluğa dair her detayın reddedilmesi, hor görülmesi, yeni devletin başarısı için olmazsa olmazdı. O aile o kadar da korkunç bir aile olmayabilir yani ve bunu bugünden bakarak görebilmek için de allame filan olmak gerekmezdi. Daha da ilginci, Cumhuriyet sevdalısı hem bunu görüp, hem de Cumhuriyet'i sevmeye devam edebilirdi.
Ama hayır, Cumhuriyet aydınının, ille de kibirle, ille de üsttencilikle malul toplumu okuyamama sorununun mutlaka sürmesi gerekiyor. Burunların bunca sürtülme deneyimine, toplumdan yenen bunca irili ufaklı tokata rağmen hem de...
Kolay gelsin, ne diyelim.
Ama şunu söylemek şart: Türkiye toplumunun kahir ekseriyeti, son padişahın ve ailesinin bir düşman gemisiyle bu ülkeden ayrılmak zorunda bırakılışının hüznünü, kederini, acısını kalbinde hep taşıdı, taşıyor. Tıpkı Menderes'e yapılanlara susmak zorunda bırakılanların kederini kuşaktan kuşağa aktardığı ve o kederin 15 Temmuz'da direniş olarak açığa çıktığı gibi; yüzyıllarca yönettikleri yurtlarından sürgün edilmiş, gittikleri ülkelerde yoksulluğa düşüp, hayatlarını kazanmak için 600 yıllık bir geleneği temsil eden kendilerine yakışmayacak işler yapmak durumunda kalmış Osmanlı ailesine yönelik “borçlu hissetme”nin bitimsiz hüznü de kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Üstelik böyle hissedenler bazılarının zannettiği gibi Cumhuriyet'i yıkmaya niyetli filan da değil; aksine, basbayağı rejimi onaylıyor, bu ülkede, bu sistemde, bu cumhuriyette yaşamaktan memnuniyet duyuyor.
Bu toplumun muhafazakar çoğunluğu, Osmanlılar'ın, modern Türkiye'nin aristokrasisini temsilen, sultanlar olarak değilse bile sembolik bir şekilde İstanbul'da yaşayakalmalarına izin verilmemesini de gaddarlık ve nankörlük olarak değerlendiriyor.
Nilhan Osmanoğlu'nu kimlerin savunduğu, kimlerin eleştirdiğinden bağımsız olarak gerçek bu ve O'na saldırmanın kimseye bir faydasının olacağını sanmıyorum.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.