Üstelik bu tek yönlü bir hal değil, kentlerdeki izdihamın artışıyla orantılı olarak kırsal yerleşimler de giderek tenhalaşıyor.
Sözgelimi Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarını kıyasladığınızda, 2015’ten 2016’ya kadar olan bir yıllık sürede bile kentlere göçün, bir önceki yıla göre artış gösterdiği göze çarpıyor. Son veriler, kentlerde yaşayan nüfusun köy ve beldelerde yaşayanlara oranının yüzde 92’ye vurduğunu gösteriyor. Hayır, elbette bu bir “köyümüze geri dönelim” yazısı değil, zaten bu geri çevrilebilecek bir akış da değil; ama kente ve kent kültürüne bakış değişmedikçe, milyonlarca kişinin çarpık şehirleşme manzaraları eşliğinde boğulurcasına hayatlar yaşamaya devam edeceği kesin. Boğulurcasına iç içe, ama teknoloji sayesinde bir o kadar da mesafeli, birbirinden yalıtılmış ve uzak…
Endüstri devrimi sonrası kentler, fabrikalar ve ağır sanayideki iş imkanları nedeniyle birer çekim merkezine dönüşmüştü, şimdi artık fabrikalar modern kentlerden uzaklaştırılıyor, hatta bölgesel olarak yerleri değişiyor; giderek dünyanın az gelişmiş ülkelerine, güneye ve doğuya kaydırılıyor. Modern ve büyük kentlerde olsa olsa otomasyon yapılıyor, ama buna rağmen kentler hala yoğun şekilde göç alıyor, çünkü bilgi birikimi ve üretimi hala kentlerde, grup organizasyonları kentlerde, canlandırıcı faaliyetler ve kültürel etkinlikler hala kentlerde hüküm sürüyor.
Bizde hiçbir zaman moda olmadı; ama Avrupa ve ABD’de kentlerin sıkışıklığına çözüm olarak üretilen banliyö fikri, başarısızlıkla sonuçlandı. Zira, kentlerde çalışmak ve banliyölerde gecelemek düşüncesi bir önceki yazıda da söylediğim gibi kentin izdihamını azaltmadı, aksine iş giriş ve çıkış saatlerinde kentlerin trafiğini çoğalttı, “downtown”lar konut olma özelliğini kaybeden ve devasa iş merkezlerine dönüşen gökdelenleri sayesinde kalabalığın azalması bir yana, sadece iş arayan daha çok insanı kendine çekmiş oldu. Banliyöler ise, iş ve kent imkanlarının üretildiği mekanlar olmaktan çok, yeşillikler içindeki güzel konutlarıyla, kırsal hayatın modern bir versiyonuna dönüşmüş oldu.
O nedenle dikey yapılaşmadan şikayet edip yatay yapılaşmayı tavsiye etmek bir yere kadar çözüm olsa da, günümüz İstanbul’unda yatay yapılaşma için olanak bulunmadığını; bulunsa bile, kent merkezindeki yukarıda saydığım imkanların banliyömsü yeni yayılma birimleri için de sağlanmadıkça insanların kente akmaktan vazgeçmeyeceğini bilmek şart.
Banliyöler ya da banliyö işlevi görecek yatay yapılaşma fikirleri de işe yaramıyorsa, metropollerin büyümesinin önüne nasıl geçilebilir, sorusuna gelince; başımızı kaldırıp New York’un, İstanbul’un, Şangay’ın, Tokyo’nun devasalığına baktığımızda bu sorunun cevabının henüz bulunamamış olduğuna hükmedebiliriz. Daha dünkü haberlerde Japon hükümetinin Tokyo’yu terk edenlere 3 milyon Yen, yani 140 bin Türk lirası vermeyi vaad ettiği belirtiliyordu. İnsan kendi yaptığının önüne geçebilmiş değil, aslında sonuçlarıyla da baş edebilir durumda değil.
Ama bu konuda bazı fikirler de ortaya atıldı elbette. Mesela Howard’ın ileri sürdüğü merkezsizleşme modeli. Ekonomik ve toplumsal imkanlardan yoksun olan taşra ile biyolojik ve doğal avantajlardan aynı derecede yoksun olan kent arasındaki gittikçe artan uçurumu ortadan kaldırmayı amaçlayan bir modeldi bu. Ve daha baştan sınırlı bir nüfusa ve bölgeye sahip olan, bir kentin tüm işlevlerini; iş, sanayi, idare ve eğitim kalemlerinde karşılayacak şekilde kurulmuş; sağlığı ve çevreyi korumak için parklarla bahçelerle ağaçlıklarla donatılmış bir kent fikri.
Bu kent tarımsal bir yeşil kuşakla çevrelenmiş olacaktı. Bu yeşil kuşak, bir zamanların surlarla çevrelenmiş tarihi kentleri gibi birlik duygusu da yaratmaya aday bir detay haline gelecekti. Bu mini kentlerden bir demetin, bir gül demetindeki güller gibi yan yana durması fikri, Howard için uygulanabilirdi. Model, Yunan kolonileri gibi düşünülmüştü. Düzenli bir şekilde merkezsizleştirilmiş şehir demetleri olarak tasarlanmıştı.
Kim bilir, belki her şeyin yeni başladığı zamanlarda bu fikir işe yarayabilirdi. Ama şimdi, doygunluğu aşmış, çoktan patlama noktasına ulaşmış günümüzün obez kentlerine bakıldığında, tamamen ütopik görünüyor gözüme…
Sonuç? Sonuç koca bir çözümsüzlük.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.