İrtica demek, ne demek?

00:005/10/2006, Perşembe
G: 27/08/2019, Salı
Özlem Albayrak

Tam da TESEV''in anketinden “başörtülülerin azaldığı” sonucu çıkmış, yani “teyakkuzdaki laikçiler bir parça rahatlamışlardır artık” yanılsamasıyla –bu anketin tek iyi ciheti olarak- örtülülere sistemin tarizinden bir süreliğine de olsa yakayı kurtarma ihtimali doğduğunu sanmış ve mahcup da olsa bir memnuniyet duymuşken, yeniden sarsıldık. Meğer “irtica” tehdidi sürermiş.Bir zamanlar medyaya baş tacı veriler sunan TESEV''in bugünlerde çeşitli eleştiriler yoluyla çit dışına sürülmesiyle bu anket sonuçlarının

Tam da TESEV''in anketinden “başörtülülerin azaldığı” sonucu çıkmış, yani “teyakkuzdaki laikçiler bir parça rahatlamışlardır artık” yanılsamasıyla –bu anketin tek iyi ciheti olarak- örtülülere sistemin tarizinden bir süreliğine de olsa yakayı kurtarma ihtimali doğduğunu sanmış ve mahcup da olsa bir memnuniyet duymuşken, yeniden sarsıldık. Meğer “irtica” tehdidi sürermiş.

Bir zamanlar medyaya baş tacı veriler sunan TESEV''in bugünlerde çeşitli eleştiriler yoluyla çit dışına sürülmesiyle bu anket sonuçlarının bir ilgisi var mıdır bilemem. Bildiğim başörtülüler azalmış olsa da, bu gelişme irtica kontrolörlerinin gönlünü müsterih kılmaya yetmemiş.

Cumhurbaşkanı Sezer''e göre, laik cumhuriyeti korumak için temel hak ve özgürlükler kısıtlanabilirmiş. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt da, kimse bizi kandıramaz mealinde “irtica vardır” buyurmuş.

Bu sözler, “kızları Arabistan''a kovmak” gibi bir provoke dilinin, ''ya herro ya merro''cu kaba totaliter repliklerin sularında henüz gezinmiyor olsa da, konunun bütün açılışların ağız alışkanlığına dönüşmesi, bu yaklaşımın ivmesi giderek artan bir ''ayrımcılığa'' vardığı sonucunu da bırakmıyor değil elimize.

Çünkü, “Laiklik için hak ve özgürlükler sınırlanabilir” dili, kimin dili olursa olsun, milyonlarca vatandaşı ve badirelerle elde edilmiş kazanımları yok sayma noktasına vardığı için, o dilden çıkan sözler faşizandır.

“İrtica” ise öteden bu yana devlet söyleminde, din şemsiyesine alabileceğimiz bütün değerlerin marjinalize edilerek kodlanmış formu olarak kullanıldı. Bunun içine başörtüsü de girdi, Hizbullah da, muhafazakar kadrolaşma bağlamında da kullanıldı, vatandaşın namaz niyaz meselelerini de kapsadı. Ve dini değer ifade eden her şeyin devletten olduğu gibi, toplumsal yaşamdan da dışlanması projesi kapsamında, suç isnadıyla anıldı. Ancak artık bu isnad, “görmediğimiz neyi görüyorlar ki, böylesi pervasızlar” sorusuna yola açan bir şedidliğe ulaştı. Her şey aynı çünkü; zaten yasaklı olan başörtüsü azaldı, cemaatlerin sisteme karşı tehdit oluşturabilecek yönelimi tespit edilemedi, siyasette ''aşırı''yı bırakın ortalama muhafazakarlığın bile altına düşen, ancak merkez sağ tanımına girebilecek icraatlarıyla şaşırtan hükümetin dindarlıkla değil kitlesellikle malul uzlaşmacı yaklaşımları tahriklerle bile sapma göstermedi.

Öyleyse bu ''pratik'' eksikliğine rağmen “rejimi devirmeye çalışan şeriatçılar” algısı nereden geliyor.

Sebeplerin ilki, tek tek üyelerinin yaşantısı üzerinden varılan bir sonuç olarak dini eğilimler taşıdığı varsayılan bir yönetimin başta olması; bu vesileyle dinin, seküler-modern hayat algısını yayan medyanın merakını mucip olması, dolayısıyla daha görünür kılınması sayesinde ''din çoğalıyor'' yanılsaması doğması ve bu yanılsamanın cumhuriyet eliti nazarına ''Türkiye muhafazakarlaşıyor'' izlenimi-korkusunu düşürmesi. Aslında irtica, herkesin sezdiğini açıkça söylemek gerekirse, “rahatsızlık duyulan ama açıkça dillendirilemeyen İslam ve siyaset” bileşimine karşı ideolojinin geliştirdiği tek “balans” aracıdır ve bu söylemin şu dönemdeki meali de, “bu hükümeti istemiyoruz”dur, her ne kadar hükümet kanadından iyi niyetli “irtica yok, durum kontrolümüz altında” açıklamaları gelse de.

Diğer sebep de, 28 Şubat rahatlığı. O dönemde yakılan fitilin ateşi sönmüş olsa da, dumanının hala tütmesi yani. İslamcıların –olması gerektiğinden fazla bile- özeleştiri yapmış, sistemle uyumsuzluklarını törpülemiş olmalarına karşın, karşı cephenin ''darbe severlik'' konusunda asla taviz vermemiş, gördüğü suskunluğu da haklılığına vermiş oluşu, bir başka mesned teşkil ediyor bu pervasızlığa anlayacağınız.

Aramızdan birisi “dokunursam patlar” kaygısını aşıp da, ''Şunu bir sorgulayalım'' niyetine üzerine bir kova su dökmedikçe de, ''irtica söylevleriyle'' tütmeye devam edecek. Vatandaş da “Et tekraru Ahsen” diye tekrarlana tekrarlana trajediden komediye dönmüş bu retoriği –istese de istemese de- dinlemeye...