Emine Bulut cinayetinin gösterdiği

04:0028/08/2019, Çarşamba
G: 28/08/2019, Çarşamba
Özlem Albayrak

Kırıkkale’de 10 yaşındaki kızının gözü önünde eski kocası tarafından öldürülen Emine Bulut, Türkiye’yi derinden sarstı. Kızının “anne lutfen ölme” diye çığlık atarken, kanlar içindeki Emine Bulut’un telefonla olanları kaydeden kişiye dönerek “ölmek istemiyorum” diye bağırması, çoğumuzu günlerce dilsiz bıraktı. O kadar korkunç bir trajediydi ki karşımızdaki, söyleyecek bir söz bulmak, cümle kurmak –en azından bana- zor geldi.Daha önce de bu ülkede çok vahşi yöntemlerle onlarca, yüzlerce kadın cinayeti

Kırıkkale’de 10 yaşındaki kızının gözü önünde eski kocası tarafından öldürülen Emine Bulut, Türkiye’yi derinden sarstı. Kızının “anne lutfen ölme” diye çığlık atarken, kanlar içindeki Emine Bulut’un telefonla olanları kaydeden kişiye dönerek “ölmek istemiyorum” diye bağırması, çoğumuzu günlerce dilsiz bıraktı. O kadar korkunç bir trajediydi ki karşımızdaki, söyleyecek bir söz bulmak, cümle kurmak –en azından bana- zor geldi.



Daha önce de bu ülkede çok vahşi yöntemlerle onlarca, yüzlerce kadın cinayeti işlendi, Emine Bulut ne ilkti, ne de son olacak. Peki, neydi o videoyu izleyenlerin bu derece sarsılmasının nedeni? Hepimizin sabrının artık yeter noktasına varmış olması mı; küçük bir kız çocuğunun annesinin ölümüne şahitlik ettiğini görmüş olmamız mı; eski kocanın gaddarlık derecesinin bizi uğrattığı şaşkınlık mı; yoksa olaydaki vahşete telefon kamerası yoluyla tanık olmanın travması mı; bir insanın ölümünden önceki son çığlıklarını duymuş olmanın sırtımıza yüklediği sorumluluk yükü mü; 10 yaşındaki o kız çocuğunun çocukluğunun da annesiyle birlikte ölmüş olduğunu bilmek mi?

Elbette kadın cinayetleri bitmeyecek, daha dün Konya’nın Ereğli ilçesinde Alaaddin Karasu isimli koca bir yıl önce evlendiği eşi Gülsüm Karasu’yu eşarpla boğarak öldürdü. Ondan birkaç gün önce Gaziantep’te Güldane Y. adlı bir kadın doğum yaptıktan hemen sonra 6 aydır ayrı yaşadığı eşi tarafından bıçaklandı, Allahtan yaşıyor. Güldane Y. ölmedi, ama saldırıya uğrayanların hepsi bu kadar şanslı olmuyor, Bianet’e göre geçtğimiz ay en az 22 kadın öldürüldü, 2018 yılında 255 kadın erkeklerin elinde can verdi. Tecavüzleri, cinsel istismarları, yaralamaları, çocuk cinayetlerini saymıyorum bile.

Fakat sanırım anne ve evladın aynı anda yükselen feryatlarına hepimizin kamera yoluyla tanık olması, Emine Bulut cinayetini diğerlerinden ayırdı ve şiddetin izleri yüzüne yansıyan bir başka eski eş mağduru Ayşe Paşalı gibi Emine Bulut da yürekleri yakarak kaldığı kadarıyla- ortak vicdanı salladı.

Kadın cinayetlerinde sayının giderek yükselmesi bir yana, tuhaf bir şekilde olaylardaki vahşet derecesi de artıyor. Gün geçmiyor ki, karısını baltayla kesen veya işkenceyle öldüren bir katilin haberi düşmesin medyaya. Kadınların ise artık canı burnuna gelmiş durumda. Peki ne yapılmalı sorusuna gelince, aslında yasalar hemen hemen yeterli, Türkiye’nin de 2011 yılında imza attığı İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. Öte yandan, mahkemelerde kadın katillerine ceza indirimi yapılması gibi, geçtiğimiz aylarda tutuklanan metrobüs sapığının serbest bırakılması gibi akla mantığa, izana sığmayan kararlar alınıyor. Hakeza, işin şirazesi erkekler açısından da kaçmış durumda, sözgelimi birkaç ay evli kaldığı kadına ömür boyu nafaka ödemesine karar verilen erkekler isyan ediyor. Yani Türkiye’de yasa var, ama adalet yok.

Çünkü toplum çözülüyor. Sadece kadına değil, çocuğa, hayvana şiddette de hem sayısal bir yükselme var, hem de şiddet korkunç vahşi yöntemlerle uygulanıyor. Durkheim’ın anomi kavramını kullanabileceğimiz denli ciddi bir sosyal problemden sözetmek, abartı olur mu bilmiyorum fakat şurası kesi: Medya mensupları, yasa yapıcılar, hükümet, muhalefet ya da sivil toplum üyeleri Emine Bulut nezdinde öldürülen kadınlar için ne kadar üzüntü belirtirlerse belirtsin, durum değişmiyor. Ertesi gün yeni bir cinayet işleniyor, bir saldırgan daha uzaklaştırma kararı olduğu halde bir kadının canını alıyor.

Toplumda, günlerdir tartıştığımız bu şiddeti üreten bir döngü var. Ahlaki kuralların yerini kof inanışlar ve düzensizlik almış durumda; eski geleneksel sosyal normların ortadan kalktığı, sosyal kuralların etkisinin azaldığı, sosyal denetim mekanizmalarının bir bir devreden çıkarıldığı bir durumda, yeni kurallar tesis edilmesi gerekir ama Türkiye’de bu olmadı. Ortaya çocuğunun gözü önünde eski eşinin boğazını kesen caniler çıktı.

Düşünün ki, vahşi biçimde öldürülen bir insanın anısı konusunda bile kolektif duyarlılık geliştiremiyoruz. “Adam, gelişme çağındaki kızının yeni bir babayla yaşayacak olmasını kabullenememiş” diyerek veya başka gerekçeler üreterek katile destek çıkabiliyor.

Bugün artık Türkiye’de toplumun tamamının ortak paydası diyebileceğimiz değer yahut sembol var mı, bilmiyorum. Toplum olarak kötüyü damgalamayı da, iyi olanı mükafatladırmayı da bilmiyoruz, beceremiyoruz desem yeri. Zayıf olana, dezavanatajlı olana yönelik suç oranları o kadar aşırı, o kadar hastalıklı ki… Daha dün kafesteki bir yavru köpeğin üzerine kettle’dan kaynar su döken bir psikopatın videosuna maruz kaldık sosyal medyada. Bireysel vicdan ve ahlak normları bulunmayan kişileri cezalandıracak toplumsal bir mekanizma mevcut değil; hukuk deseniz hak getire…

“Eskiden enformasyon teknolojileri bu kadar yaygın değildi, o yüzden sapma ve suçlar da bu derece görünür değildi” tezi ise, bırakın bilimsel araştırmaları filan, 10 yıl önceki sosyal çevreyle bugünkünü kıyaslayarak bile çürütülebilir. Sözün özü, suç hukuk önünde bireysel ama biraz da toplum tarafından, devletin oluşturduğu atmosfer şartlarında yaratılıyor. Suçluların normsuzluğuna bakarak, devletin de toplumun da çürümüşlüğü görülebilir.

#Kırıkkale
#Emine Bulut
#Kadın
#Cinayet
#Çocuk