Geçirdiğimiz kanlı yaz, bir terör örgütüne ve o örgütün sözlerine asla güvenmemek gerektiği gerçeğini, Türkiye'ye kalpleri sızlata sızlata, yürekleri dağlaya dağlaya öğretti.
PKK, pusu kurdu, bomba patlattı, taradı, enseye sıktı, iç savaş çağrısı yaptı, özyönetime soyundu; olmadı, bir türlü tutmadı. Her gün şehit haberiyle sarsıldı memleket; üzüldü, öfkelendi, umutsuzluğa düştü; ama kardeş kardeşe düşmedi; Kürtler ve Türkler birbirine girmedi.
Yaz mevsiminde olanlar sadece bunlar değildi; yaz boyunca Demirtaş'ın yüzündeki cici çocuk maskesi de her gün ama her gün bir kez daha düştü; “TSK yenildi yine yenilecek” derken; YDG-H'nin yardım çığlığı üzerine onları korumaya almak üzere Cizre'ye yürürken ve daha onlarca kez… HDP ile PKK arasındaki göbek bağını biliyor; ama saz çalıp türkü söyleyen adamın; her gün evlere ateşler düşerken göstermelik de olsa şiddeti ve terörü kınayamayacağını tahmin etmiyorduk, öğrendik.
Oysa HDP için; yani “düz ovada siyaseti tercih eden Kürt temsiliyeti” için Barış Süreci ne kadar büyük bir imkan taşıdıysa; terörün yeniden başlaması da o derece mühimdi. HDP, her iki durumu da; doğru ve ahlaklı bir pozisyonu seçerek kendisi için bir avantaja çevirebilirdi.
Yapmadı.
Kâh “sırtımızı PKK'ya yaslıyoruz” cümleleriyle; kâh terör örgütü üyelerine yardım götürmekle; bazen örgüt üyelerinin cenazesine katılarak, çoğunlukla da şiddet karşısında tek bir cümle kurmamak, onun yerine Brüksel'e, Berlin'e uçmak suretiyle…
İlginçtir. Demirtaş ve saz arkadaşlarının yaptığı tüm hatalara rağmen; anketlerden çıkan sonuca göre, 1 Kasım seçimlerinde HDP'nin oy oranında bir düşme olmayacak; hatta bir iki puanlık bir artış bile söz konusu olabilir. Bu ise, Cihangir tayfasından tutun, CHP'li bazı beyaz Türklere dek, geçen seçimde HDP'ye oy verenlerin çoğunun aynı partiye tekrar oy verebileceği anlamına geliyor. Ülkenin batısından HDP'ye gidecek bu oyun rasyonalizasyonu ise “her şeye rağmen teröre karşı siyaseti desteklemek” argümanıyla sağlanıyor.
“Yani HDP'ye oy veriyoruz çünkü PKK karşısında HDP'nin güçlenmesinden yanayız.”
Öyle mi gerçekten? HDP ve PKK; tahterevalli'nin iki ucu gibi biri yükseldiğinde diğeri düşen karşıtlıkları mı temsil ediyor?
Öyle olması gerekirdi ama değil. Zira HDP'nin kısa tarihini herkes gibi izledim, izliyorum.
HDP'nin Kürt siyaseti için bir umut olabilmesi için; Kandil'in şahinlerinin değil, çözüm sürecine büyük bir destek vermiş, barış ihtimalini alıp bağrına basmış Kürt halkından yana ses yükseltmesi gerekirdi. O Kürt halkı ki, ne Kandil'in çağrısıyla iç savaş başlattı; ne de şimdiye dek hiçbir anketten ne “ayrılma”ya ne de “özerklik”e destek verdiği sonucu çıktı. Aksine Kürtler yüzde 90'lara varan oranda Çözüm Süreci'ni sahiplendi, ayrılmak isteyenlerin oranı ise şimdiye dek yapılan anketlerin hiçbirinde yüzde 10'u bulmadı.
HDP ise, şimdiye kadar olan ortak davranış biçimi incelendiğinde siyasal çözüme, barışa taraf olduğu çok açık bir biçimde ortada olan Kürtleri; siyaset arenasında temsil etmek için sahaya çıktı, bu sebeple onlardan oy aldı.
Ama aynı HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bugüne gelen süreçte, Kürtlerin değil, üst aklın taşeronuna dönüşmüş olan PKK'nın siyasetteki temsilcisiymiş gibi davrandı.
Barış isteyen Kürtlerin sesi olmadı yani. Barışı kuran kişiye savaş ilan ederek sürece kurşun sıkanları arkalamayı tercih etti.
Bakalım Kürtler bu seçimde HDP'ye oy vermeye devam edecek mi? Göreceğiz.