CHPli Bursa Mudanya ve Antalya Gazipaşa Belediyeleri’nin Suriyelilere plajı yasaklamasının ardından, mülteciler konusu, son yıllarda sık sık olduğu gibi yeniden gündeme geldi.
Bilindiği gibi, daha önce de CHP’ye geçen Bolu Belediyesi yoksullara ve mültecilere yönelik yemek yardımını keserek eleştiri almıştı. Kamuoyundan gelen tepkiler sonrasında bu uygulamalardan geri adımlar oldu, mesela Mudanya Belediye Başkanı, Suriyelilere kamusal alanların yasaklanmadığını, ama zabıtanın plajda bazı kurallara uyulması konusunda vatandaşları denetlediğini söyledi. Gazipaşa Belediye Başkanı Mehmet Ali Yılmaz da Suriyelilere plaj yasağına, Gazipaşa’nın turistik bölge olduğu gerekçesiyle “insanımızı rahatsız ediyorsa, gereğini yapmalıyız” diye bir savunma getirdi.
CHPlilerin Suriyelilere bakışını anlamak için bu son örneklere bile gerek yok aslında; Kemal Kılıçdaroğlu seçim meydanlarında ve ekranlarda defalarca, iktidara gelmeleri halinde Suriyelileri evlerine geri göndereceklerini söyledi. CHP’den konuyla ilgili dönem dönem başka açıklamalar da yapıldı ve hepsi aynı minvaldeydi. Hem kurumsal CHP, hem de seçmeni; ilki oy kaygısı, ikincisi ırkçı görünmeme kaygısı nedeniyle belki açıktan söylemiyor, ama Suriyeli göçmenleri Türkiye’de istemiyor. Nitekim, plaj yasaklarıyla bu “istememe” durumunun mahiyeti, müşahhas hale geldi. “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor” kafasında bir ayrıştırma isteğiymiş bu. Seçkinciliğe eşlik eden Arap düşmanlığı, Suriyelileri CHP nezdinde katmerli “öteki” haline getirmiş, sonuç ortada.
Kötü haberi baştan verelim: Suriyelilerin en az üçte biri, evlerindeki savaş sona erse dahi geri dönmeyecek. En azından, şimdiye dek, farklı ülkelerde zorunlu göçlerle ilgili çalışmaları ortaya konulan istatistikler bunu gösteriyor. Dolayısıyla bu insanların, kamplarda kalmasını önermek, onları toplum dışına itmek anlamını taşıyor ki, bu çeşitli nedenlerle sakıncalı. Birincisi, Suriyelileri kamplara hapsetmek; onların gettolaşmasına, giderek suç oranlarının yükselmesine, sonuçta da terör örgütlerine insan malzemesi haline gelmesine dek genişleyen birtakım sonuçlara yol açar.
Eğer bu insanların 1 buçuk milyon gibi azınmayacak bir kısmının geri dönmeyeceğini biliyorsak, devletin gettolaştırmak yerine entegrasyonu sağlayacak politikalar üretmesi gerekiyor; eğitim, dil, iş imkanı sağlanması, Türklerle iletişimlerinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılması gibi. Suriyeli çocukların Türk okullarında okuması, onlara Türkçe öğretilmesi bunun için bir ilk adım, bu yüzde 60 oranında sağlanmış durumda ama yeterli değil. İkincisi, Türkiye’deki Suriyeliler’in sayısı, kamplara yerleştirilmek için çok fazla, 3 buçuk ya da 4 milyon rakamından sözediyoruz. Dört milyon kişinin tamamı kamplara alınırsa, mülteciler asıl o zaman bu ülkeye külfet haline gelirler.
Suriyeli karşıtlığının temel gerekçelerinden birisi, güvenlik olarak gösteriliyor. Yetkili kurumlar tarafından defalarca açıklandığı üzere Suriyelilerin, ülkemizde suça karışma oranları çok düşük, yüzde 1.3 civarında. Bunların çoğu da, kendi aralarında yaşadıkları anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Yani, “korkuyouz, kadınlarımızı, kızlarımızı sokağa çıkaramıyoruz” söyleminin psikolojik bir gerekçesi olabilir, ama reel bir karşılığı yok.
Üstelik, mültecilere karşı önyargılar bununla sınırlı değil. “Suriyeliler üniversitelere sınavsız alınıyor” söylemi mesela bunlardan biri ve doğru değil. Suriyeli gençler üniversite sınavına gireceği zaman yabancılara uygulanan ayrı bir sınavdan geçiriliyor.
Keza bilinçli bir şekilde yayılan “çalışmadıkları halde devletten maaş aldıkları” söylentisi de doğru değil; Suriyeli yoksul ailelere yardımlar uluslararası yardım kuruluşları, bazı bakanlıklar ve belediyeler tarafından yapılıyor ama sadece Suriyeliler’e değil, fakirlik düzeyi aynı olan Türk ailelere de aynı yardımlar yapılıyor. Mesela Bolu Belediyesi CHP tarafından devralınır alınmaz kesilen yemek yardımı da sadece Suriyelilere değil, yoksul Türk ailelerin de erişimine açıktı. Ancak mülteciler konusunda, çoğunlukla algı gerçeği altediyor. Türklerin yüzde 86’sının artık Suriyelilerin evine dönmesini istemesinin nedeni de gerçeklere değil, söylentilere, algılara ve önyargılara dayanıyor.
Kemalist devlet, onyıllar boyunca makbul saydığı dışında kalan tüm toplumsal grupları dışlayarak bir Türk kimliği yaratmaya çalıştı. Vaktiyle bizzat Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, Kürtler, Aleviler ve dindarlara yapıldı bu ayrımcılık. Şimdi ise yerel seçimlerde elde edebildiği minik iktidar adacıklarında CHP eliyle mültecilere yapılıyor. Tas da aynı yani, hamam da, zerrece bir değişim yok.
Bu değerlendirme karşısında, “Türk vatandaşlarıyla Suriyelileri aynı kefeye koymayalım”, “Tüm dünyada popülist sağ, yabancı düşmanlığı yükselişte, CHP’ye o kadar haksızlık etmeyelim” diyecekler olabilir. Birincisi, Türk vatandaşına yapılanla mülteciye yapılan temelde aynı, çünkü sonuçta ikisi de “yabancı gördüğünü, kendinden saymadığını ötekileştirme”ye çıkıyor. İkincisi, Avrupa’da yabancı düşmanlığı ve popülizmin yükselmesi, Türkiye’deki ayrımcılığı haklılaştırmaz. Ne iyinin tanımı duruma göre değişir, ne kötünün anlamı coğrafyaya göre…
Oysa, ayrımcılıktan bir hayrın sadır olmayacağını en iyi, yıllardır iktidar için atmadıkları takla kalmayan CHPlilerin bilmesi gerekirdi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.