Bush’un ölümü ve kötülük problemi

04:005/12/2018, Çarşamba
G: 5/12/2018, Çarşamba
Özlem Albayrak

Türkiye’de Baba Bush olarak da bilinen George Herbert Walker Bush, geçtiğimiz Cuma günü 94 yaşında hayatını kaybetti. Bush, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1989-1993 yılları arasında görev yapan 41. Başkanı’ydı. Onun ölümünün ardından Türk kullanıcılar tarafından sosyal medyada “ateşi bol olsun”, “cehennemin dibine tek yön bilet”, “ateş seni çağırıyor” gibi yorumlar yapıldı, tepkiler gösterildi, zira Ortadoğu’nun bu günkü haline gelmesinde Oğul Bush kadar Baba’nın da sorumluluğu olduğu düşünülüyor.Bu

Türkiye’de Baba Bush olarak da bilinen George Herbert Walker Bush, geçtiğimiz Cuma günü 94 yaşında hayatını kaybetti. Bush, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1989-1993 yılları arasında görev yapan 41. Başkanı’ydı. Onun ölümünün ardından Türk kullanıcılar tarafından sosyal medyada “ateşi bol olsun”, “cehennemin dibine tek yön bilet”, “ateş seni çağırıyor” gibi yorumlar yapıldı, tepkiler gösterildi, zira Ortadoğu’nun bu günkü haline gelmesinde Oğul Bush kadar Baba’nın da sorumluluğu olduğu düşünülüyor.



Bu doğru, yani ABD’nin Ortadoğu’yu züccaciye dükkanına dalan fil gibi yıkıp devirmeye başlamasının tarihi Baba Bush’un başkanlığa gelişiyle aynı dönemdedir. Bir kez Ortadoğu’da kanın akmaya başladığı o zamandan bugüne de o kan hiç durmamıştır.

1990’da Panama’yı işgal ederek ülkenin defakto lideri Moreno’yu deviren, 1991’de Körfez Savaşı’nda dünyaya bir reality show izletir gibi bombaların sivillerin tepesine yağmasını izleten Baba Bush, kendisinden bir sonraki dönemde ABD Başkanı olacak oğluna ilham vermiş olacak ki, mahdumu kendisini aratmadı, hatta şahinlikte fersah fersah solladı.

11 Eylül saldırılarının ardından, o ünlü “ya bizdensin ya düşman” stratejisiyle Ortadoğu’ya dalan, Irak’ı ve Afganistan’ı işgal edip milyonlarca insanın ölmesine, pek çok ülkenin parçalanmasına ya da istikrarsızlaşmasına, büyük kitlesel göçlere zemin hazırlayan, Saddam’ın bir kurbanı boğazlar gibi asılmasına neden olan Oğul Bush’un yaptığı; sadece babasının kanlı geleneğini takip etmekti yani, daha fazlası değildi.

Zaten Baba Bush daha sonra verdiği bir röportajda oğlunun akıttığı kanın günahını, başkanın yardımcıları Donald Rumsfeld ve Dick Cheney’ye yıkacak ve kendisiyle oğlunun yaptığı savaşlar üzerine “Farklı savaşlar, farklı sebepler. Saddam gitti ve onunla birlikte bir sürü kötülük, şiddet ve berbat olaylar gitti” diyecekti. Yönettiği devletin kötülüğünden doğan ateş koskoca coğrafyayı yakmaya bugün bile devam ediyorken, başkalarının kötülüğünden bunca özgüvenle bahsedebilmek ilginç, değil mi?

Değil aslında. Korunma dersiniz, şiddetin temizlenmesi dersiniz, kötü tohumları yok etme dersiniz, yüzbinlerce sebep bulabilirsiniz ama yine de yaptığınız şeyin adı bellidir; kötülük. Baudrillard, kötülüğün çağımızda nereye gittiğini sorar ve ardından yine cevabı kendisi verir: “her yere”. O’na sorarsanız çağdaş kötülük biçimleri sonsuzdur ve kötülük yakamızı bırakmayan bütün viral ve terörist biçimlere bürünür. Ama gerçek anlamda terörist olur, ama mecaz anlamda; ama devlet terörü şeklinde belirir, ama başka şekilde. Baudrillard, bunun nedenini de, kötülükten söz etme olanağının kalmaması olarak açıklar.

Bu yüzden, bu yazıyı yazanın ve okuyanların çoğunun hatırlayamadığını düşündüğüm kadar eski bir zamanda 80’ler sonu 90’lar başında ABD Başkanlığı yapmış ve oğlunun kendini aşarak sürdürdüğü “şahin” geleneğinin fiilen başlatıcısı olmuş George Bush’un ölümünün ardında hakkında yazma ihtiyacı hissediyor insan. Çünkü konuşulmayan kötülük, Baudrillard’a göre sonsuz formlara bürünür ve ondan kurtuluş yoktur.

Bush’un nihai hedefi elbette Müslüman kanı dökerek milyonlarca insanın hedef tahtası haline gelmek değildi, eminim ki o da ardından iyi konuşulan biri olmak isterdi. Ama bu olmadı, zira kötülüğün asıl hedef iktidar sağlamaktır ve Bush’un istediği de tam olarak buydu. İktidar da ancak ötekini, düşmanı, kozu, tehdidi ortaya koymakla, onu tanımlamakla ve ona savaş açmakla sağlanır.

Peki zamanlama, diyenler olacaktır, neden daha önce ya da sonra değil de, 80’ler sonu 90’lar başında başladı Ortadoğu operasyonları? Cevap şu: Soğuk Savaş sona erip, onyıllar boyunca Batı’ya göre kötülük ilkesinin temsilcisi olmuş SSCB, yavaş yavaş iyiliğin ve olayları ılımlı bir biçimde yönetmenin temsilcisi haline gelince, ABD’ye ve Batı’ya yeni bir düşman gerekti (Bush’un başkanlığı döneminde ABD’nin Gorbaçov SSCB’si ile ilişkileri iyiydi, zaten çok geçmeden, ikisi de hala iktidardayken SSCB dağıldı)

Aranan düşman da “Müslümanlar” oldu.

Ancak işte sürekli düşman üreterek yaşamanın da bazı sonuçları var; karşıdan gelebilecek en ufak bir söylem karşısında kırılganlaşmak, istikrarsızlaşmak mesela. Baudrillard ”Dünyanın geri kalanına yeterince tohum, hastalık, salgın ve ideoloji taşıdık, bunların karşısında onlar savunmasızdı, olayların ironik tersyüz oluşuyla bugün alçak ve küçük bir arkaik mikrop karşısında savunmasız olan sanki biziz” diyor.

Batı’da popülist politikaların, sağ ırkçılığın, ayrımcılığın virüs gibi yayılmasına bakılınca, pek de haksız olmadığı ortaya çıkıyor sanki. Ne dersiniz?

#ABD
#Bush