Cumhuriyetimizin 101. Yıl dönüm kutlamaları Gölbaşı'nın güllerinin açtığı, İmrahor’un deresinin aktığı Ankara’da enfes bir organizasyonla 69 milyon liraya gerçekleştirilmiş. Yerel yönetimleri sadece belediye hizmetlerinden ibaret saymayıp vatandaşın hayat kalitesini artırmak, sosyal barışın tesisi için hayati bir görevi yerine getirerek bir asgari ücretlinin ortalama 338 yılda kazanacağı 69 milyon liralık organizasyonu düzenleyen muhalefetin yerel yönetim stratejisi göz dolduruyor. Sadece Ankara değil İstanbul’da da konser hadisesi eksik olmayan organizasyonlara ödenen astronomik rakamlar bir yanda Kartal, Ataşehir, Kadıköy gibi ilçelerde çöp toplama hizmetinin aksaması manzaraları 14 Mayıs akşamı nasıl bir cendereden kurtulmuşuz böyle diye sorduruyor insana.
Ankara’da gerçekleştirilen yüz bir yılın konserine harcanan 69 milyon liraya mı yanalım, sadece ekonomik anlamda değil ahlaki ve vicdani olarak yaşadığımız rahatsızlığımıza mı yoksa bu 69 milyon liradan bihaber olan, sorgulamadan planlama yapan yerel yönetim anlayışının ülke yönetmeye talip olmasına mı. Yoksa Behzat Ç. Dizisinde geçesinde “her şeyin farkında olup hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmak hayatımın %99’luk dilimini kapsıyor” repliğinin vücut bulmasına mı.
Ama onların kent lokantaları, kazan kazan çorbaları var diyenlerimiz çıkacaktır aramızdan. Belediyeler, hizmet verdikleri halkın ihtiyaçlarını doğru analiz ediyor mu? Muhalif kanadın sürekli gündeme getirdiği vergilerim de vergilerim belediyelerce toplum yararına kullanılabiliyor mu? İstanbul’da Ataşehir, Maltepe, Kadıköy gibi ilçelerde işçilerin hak arama mücadelesi çerçevesinde iş bırakma eylemleri yapması ve sokaklarda biriken çöplerin toplanamaması, temel hizmetlerde ciddi bir aksaklık yaşandığını göstermiyor mu? İstanbul’da çöp yığınları, Ankara’da artan trafik sorunları, İzmir Körfezi’nin can çekişmesi belediyelerin önceliklerini ve kaynak kullanım becerilerini sorgulatmıyor mu?
Ulus, Cebeci, Çankaya diye mırıldanacağımız nostaljik bir Ankara şarkısının yerine milyonluk organizasyonlar dolup taşan “Sen Allah’ın bir lütfusun” türünden bir parlamaya, coşkuya, 69 milyona dönüşüyor. Ama ışıklar sönüp sahne bittiğinde geriye “Ben yaşarım yaşanmış duygularımla, ortasından bölünmüş uykularımla” diye mırıldanan milyonlar ve çözülememiş sorunlar kalıyor.
Elbette vatandaşın sosyal yaşantısına katkıda bulunma misyonuyla kültürel etkinliklerin gerçekleştirilmesi desteklenmesi gereken bir durum olarak nitelendirilebilir. Ancak
enflasyonun hayatın bir parçayı olmayı sürdürdüğü, asgari ücret tartışmalarının yaşandığı bir ekopolitik gündemde üç tarafı Mansur, Ekrem ve Özgürlerle çevrili ana muhalefetin izahı yapılamayan milyonlarca liralık bütçelerle organize edilen konserleri belediyecilik anlayışının vatandaşın gündeminden uzak sadece şov odaklı bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor.
Çöp dağlarının olduğu, alt yapının giderek iflas ettiği, çevre düzenlemelerinin ellere yüzlere bulaştığı bir ortamda temel sorunları çözmekten uzak yerel yönetim anlayışı giderek “sos” veriyor. Bir yanda şehirlerin dört bir yanında biriken sorunlar, sokakları esir alan pis kokular, diğer yanda ise sahneye çıkan dönemin ünlüleri ile coşan kalabalıklar. Hal böyle olunca insanın aklına “Bu belediyelerin öncelikleri halkın ihtiyaçları değil de sosyal medya paylaşımlarındaki coşkulu anlar mı acaba?” diye bir soru gelmiyor değil. Geldiğimiz noktada seçmen iktidardan şikayet ettiği ne varsa özleyecek noktaya koşar adımlarla ilerliyor.
ŞEFFAFLIK TİYATRO SAHNESİNE ÇIKINCA
Liyakat ve şeffaflık terimlerinin üzerinde tepinmekten geri durmayan bir anlayışın 69 milyon liralık enfes bir organizasyonda gölgede kalma çabalarına hep beraber şahitlik ediyoruz. Halktan yanayız söyleminin çöpe atıldığı milyonluk sahne şovları ile parti içi iktidar bir yana ülkeyi yönetme sevdası muhalefetin yerel yönetim anlayışını ışıklar altında bir gösteriye taşıyor. Vatandaşın günlük hayatında yaşadığı yerel yönetime bağlı temel sorunlara ışık tutmak yerine muhalefetin başkanları kendi sahne ışıklarını parlatıyor. Sokakları temiz tutmak, çevre düzenlemesi yapmak, sosyal ve ekonomik projeler geliştirmek… karşısında “canım siz de çok sıradan düşünüyorsunuz, biz valsten bahsediyoruz siz hala nerdesiniz” diyen sesleri de duymuyor değiliz. Çağdaşlaşmayı, medeni ve modern olmayı başkasının bağında arayan kitleleri ne 69 milyon ne de 169 milyon uykusundan uyandıramaz, bunu da görmezden gelmeyelim.
Sıkça iktidarı eleştiren muhalefet anlayışının gücü eline geçirdiği ilk fırsatta halkın karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm üretmek yerine devasa bütçelerle etkinlik düzenleme arzusu muhalefetin yerel yönetimlerde nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Bir düşünün, 69 milyon TL ile neler yapılmaz… İnanılmaz bir rakam, ve tüm bunlar “bir gecelik coşku” için harcanıyor. Belki de burada yapılmak istenen halkın moralini yükseltmek; fakat o sahnenin ışıkları sönüp herkes evine gittiğinde, kaderleri ile baş başa kalan mahalle sakinlerinin hayali enfes kokular altında buhar olup uçuyor.
Ankara’nın, İstanbul’un, Türkiye’nin dört bir yanında halk, sahnede parıldayan yıldızlar değil, yaşadığı yerde çözülen sorunlar görmek istiyor. Türkiye’de belediyecilik, sahne ışıkları altında parlamak değil, halkın yaşadığı gerçekleri sahiplenmek demektir.
Paris gibi ihtişamlı gösterilen, sahne ışıklarıyla dolu şehir manzaralarını hayal edebilirsiniz, ama vatandaş için her yol, kendi mahallesine çıkıyor. Lafın özü söz sahibinin de dediği gibi; Bize her yol Paris değil, La bize her yer Ankara!
Bizde az laf, çok iş eşittir; 69 milyon Türk Lirası.