Şiir adam, Abdurrahim Karakoç dünya sürgününü bitirdi. Ardında on binlerce dize, yüzlerce şiir bırakarak, gitti.Bize, zor zamanda konuşmanın, şiir söylemenin erdemini anlattı durdu yıllarca. Ölüm haberini aldığımızda farkına varmadık varlığının, yıllardır ''gerçek halk şiiri'' izleğimizin ana durağı oldu.Geçen hafta, Küçükçekmece Belediyesi''nin düzenlediği Göl Şiir Akşamları''nda elini öptüğümüz ağabeyi Bahattin Karakoç''tan almıştık son haberleri: Hastanede yatıyordu, durumu iyiye gidiyordu...
Şiir adam, Abdurrahim Karakoç dünya sürgününü bitirdi. Ardında on binlerce dize, yüzlerce şiir bırakarak, gitti.
Bize, zor zamanda konuşmanın, şiir söylemenin erdemini anlattı durdu yıllarca. Ölüm haberini aldığımızda farkına varmadık varlığının, yıllardır ''gerçek halk şiiri'' izleğimizin ana durağı oldu.
Geçen hafta, Küçükçekmece Belediyesi''nin düzenlediği Göl Şiir Akşamları''nda elini öptüğümüz ağabeyi Bahattin Karakoç''tan almıştık son haberleri: Hastanede yatıyordu, durumu iyiye gidiyordu... Olmadı...
Anadolu''da şiiri şahlandıran adam olarak bilinen ''Seyran''ın şairi Bahattin Karakoç''un Kahramanmaraş''ta yayınladığı ''Dolunay'' dergisi etrafında toplanan gençlerin ikinci büyük ağabeyiydi o. Bizim için de, eğer sağlığı elverir katılabilirse, Kahramanmaraş Dolunay Şiir Akşamları''nın usta ozanı...
Yıllar önce, en son, doğduğu topraklarda (Elbistan), Şardağı''nın eteklerindeki bir çay bahçesinde oturup halleşmiştik. Göksun''a geçmiştik sonra, aynı kürsüden şiirlerimizi okumuştuk... Yolda yan yana oturmuş ''Mihriban''ı, ''Vur Emri''ni konuşmuştuk uzun uzun...
Uzun dediğime bakmayın, Abdurrahim Karakoç ölçeğine göre uzun bir sohbetten söz ediyorum. Söz, onun için şiir ve yazı demekti. O yüzden ekranlarda veya başka mahfillerde fikir tokuşturanlara itibar etmedi, meze olmadı; biteviye yazdı...
Çocuk yaşlarından itibaren hiç ihanet etmediği şiir, hayattı onun için: ''Şiiri çıkarırsam hayatımdan geriye bir şey kalmaz'' derdi; tıpkı kardeşi Bahattin Karakoç gibi. Her iki kardeş de aynı sadakatle bağlı kaldı, şiire ve söze...
Kızı ''Mihriban'' için yazdığı ''tahmin edilen'' aynı isimli şiir, ''Vur Emri''nin hırçın şairine büyük şöhret getirdi. ''Lambada titreyen alev üşüyor/ Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban'' şah dizelerini de barındıran şiir klasik türkü formatında Musa Eroğlu tarafından bestelendi ve arşivlik bir eser kimliği kazandı.
Yunus Emre, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Aşık Veysel, Necip Fazıl Kısakürek, Dilaver Cebeci, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu... Dili ve üslubu bu ustalara paralel gitti fakat fikir olarak çatıştı bazen onlarla. Milliyetçi kimliğinden ödün vermedi, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin ''bir''lik ülküsüne bağlı kalması için mücadeler etti. Üyesi olduğu MSP''den ''milli''likten uzaklaştığı, MHP''den ise ''islamiyete'' serin durduğu için kaçtı. Kendini ''büyük birlik'' ülküsüne yakın hissettiği için BBP''de karar kıldı ve partili gençlere yazdıkları ve söyledikleriyle yepyeni ufuklar açtı, adeta ideologları oldu.
Ancak, siyasetle arası hiç iyi olmadı: ''Gençlik ve halk bölünmüştü. Bilgili değillerdi, okumuyorlardı. Ne tam kâfir, ne tam Müslümandılar. Mesele gençleri ''Hak Yolu'' olarak bildiğimiz İslamiyet''e yöneltmekti. Misyon hiçbir zaman tamamlanmaz ama başarılı olduğumuza kanaat getirince bıraktık. Elimizden geleni yaptık ama daha fazlasına da gücüm yok. Politika hayatı bana yaramadı.''
İktidar istemedi, iktidardan uzak durdu. ''Hasan''a Mektuplar'' serisinde, iktidarla başının neden hoş olmadığını en yalın haliyle dillendirdi. Tıpkı Nef''i gibi cesur bir ironiyle kaleme aldı bu mektupları: ''Sabrın sonu selamettir dediler/ Sabırları dalda çürüttük tek tek/ Yeter yüreklerde sızı beklemek/ Bu çilekeş millet gülmeli Hasan.''
Fazla söze gerek yok aslında. Kendisini anlatırken, hayata karşı nerede durduğunu zaten fazlasıyla ele verdi usta: ''Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, ''bilimsel'' cüppeliler, entelektüel züppeler, milli soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar vs. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum fakat teşekkür de etmiyorum.''
Bir değerlendirmede –kim yazdı hatırlamıyorum-, Karakoç için yapılan şu tespit çok doğrudur: ''Şair, suların akışından şiiri yakalar. Çiçeklerin kokusundan şiiri yakalar, kınalı kekliğin nakışından şiire renk katar... Kimi zaman kabaran öfke seli, kimi zaman uyuyan bir denizdir. Şiir kimi zaman yaraya ilaç kimi zaman başa taç... İman, edep ve has duygularla yoğrulduğu zaman Miraç; içine dalkavukluk, şehvet, menfaat ve edep dışı söz karıştığı zaman da bulamaç olur şiir.''
Bir yiğit adam olan Abdurrahim Karakoç, 80 yaşında çekildi dünyadan. Yaşadığım sürece /sadece/ benim kulağımda ''Tabiplerde ilaç yoktur yarama/ Aşk deyince ötesini arama/ Her nesnenin bir ölümü var ama/ Aşka hudut çizilmiyor Mihriban'' dizeleriyle kalacak.
Mekânı cennet, şiiri sonsuz olsun...