Devir işte böyle değişiyor... Kardeşleri, yıllarca üzeri dikenli tellerle çevrelenmiş bir duvarın ardına hapsedip ayıran irade, gün gelip zayıflıyor ve özgürlük barajının sel sularına kapılıp gidiyor. Sular bütün kirleri ve kinleri süpürüp götürüyor, geriye muhkem varlık insanı ve değerlerini bırakıyor. Yumruk altında kendini ne kadar koruyabilmişse...Azerbaycan da bu kaderi yaşamış –bu kaderden ders almış mı almamış mı tartışılır-, yeniden bugüne ve yarına tutunmaya çalışan bir ''kardaş'' ülke.*
Devir işte böyle değişiyor... Kardeşleri, yıllarca üzeri dikenli tellerle çevrelenmiş bir duvarın ardına hapsedip ayıran irade, gün gelip zayıflıyor ve özgürlük barajının sel sularına kapılıp gidiyor. Sular bütün kirleri ve kinleri süpürüp götürüyor, geriye muhkem varlık insanı ve değerlerini bırakıyor. Yumruk altında kendini ne kadar koruyabilmişse...
Azerbaycan da bu kaderi yaşamış –bu kaderden ders almış mı almamış mı tartışılır-, yeniden bugüne ve yarına tutunmaya çalışan bir ''kardaş'' ülke.
Türk Ocakları''nın 100. yıldönümü için İstanbul''dan yola çıkarken, dilime, Azerbaycan''ın SSCB esareti altında inlediği dönemlerinden tanıdığım, her kitabı on binlerce baskıya ulaşmış ve yaşarken efsane olmuş Bahtiyar Vahapzade''nin ''Adsız Şiir''inden ''Gözümde göllendi, güllendi yaşlar/ Dağıldı başımdan dostlar, tanışlar/ Bedbahtlık –yüreğe çapraz dağ çeken/ Tekliğin zamanda ikiz kardeşi/ Teklik-gönül sıkan, teklik bel büken/ Dünyanın en büyük, en ağır taşı” dizeleri yapıştı. Göçüp gitti o, özgürlüğün tam da tadını alacakken... Memmed Aslan ve Anar''ı emanet ederek bize...
Bakü seyahatinin benim için en anlamlı ana durağı, hiç kuşkusuz Yazarlar Birliği olacaktı ve öyle de oldu. ''Beyaz Destan'', ''Adamın Adamı'' ve ''Beş Mertebeli Evin Altıncı Mertebesi'' eserlerinin neredeyse tamamını defalarca okuduğum Anar (Rızayev)''la buluşacak, edebiyatlarımızı konuşma fırsatı bulacaktık. Türkiye''ye geldiği demlerde program yoğunluğundan ayaküstü sohbetler dışında pek bir şey konuşamıyorduk. Bu kez durum farklı olabilirdi. Öyle de oldu.
Azerbaycan Yazarlar Birliği''nin, Bahtiyar Vahapzade adına bu yıl ilkini verdiği uluslararası ödül töreninin hemen ertesinde, Bakü''nün trajik tarihini kapısında, penceresinde, duvarında yaşatan makamında konuk etti bizi. Sitemli, dolu, coşkulu, sakin, derin bir edayla...
Dili susmuş uzun zamandır, o söylemiyor, ama ele veriyor kendini. Felsefi bir suskunluk ve hayretle takip ediyor olup bitenleri. Yanı başında duran Üstad Necip Fazıl Kısakürek fotoğrafını gösteriyor, sonra Şehriyar''ı ve diğerlerini: “Hepsi bir” diyor.
Eserleri ABD''den Japonya''ya, Arap ülkelerinden Afrika''ya kadar onlarca ülkede binlerce baskı yapmış bu dev adam, konuşmuyor, konuşulanları uzun uzun dinliyor. Geçen yüzyılın sonunda yaşanan ''hakikat makamları''nı ''Beş Mertebeli Evin Altıncı Mertebesi'' ve diğer eserlerinde felsefi ve derin bir tahlille ele alan Anar''ın, o yıllardaki durgun ve pasif yönetime itirazından eser yok. Özellikle bu eserinde “İnsan geçmişini unuttuğu zaman, kan bağını kaybettiği zaman, yalana, kanunlara hizmet eden kulrobot haline geldiği zaman, manevi inançlardan uzaklaşır” ana fikrini duruşuyla dikkate sunuyor.
Bu hüzünlü duruşun nedenini, tıpkı bizim de yıllardır ıstırabını çektiğimiz gerekçelere dayandırıyor:
“Azerbaycan dergisi eskiden 7 bin satıyordu, şimdi 2 bin. Yunus''un 14. yüzyıldaki dilini çok iyi anlıyorum ama bugün bir kitabın önsözünü bile anlayamıyorum. Esarette daha hürdük, hürriyette bittik. Uçak, çağdaş gibi kelimeler iyi de mektep gibi, muallim gibi kelimeleri neden silip attık? Eskiden on binlerce baskı yapardı kitaplarımız, şimdi bin kitap bile basılmıyor...”
Daha ne desin, nasıl anlatsın suskunluğunun nedenini?..
Anar yaşıyor! Ha Bakü''de, ha İstanbul''da... Biz de öyle, ne farkı var ki?!..