Sorun ne?

04:0020/01/2025, Pazartesi
G: 20/01/2025, Pazartesi
Ömer Türker

Son iki yüzyıldır toplumsal değişim, baş döndürecek kadar hızlı. Hayatımızı kolaylaştırmak için geliştirip kullandığımız araçlar, aynı zamanda hayatımızın yeni düzenini de oluşturuyor. Değişimin beraberinde getirdiği dönüşümler neredeyse on yıllık aralıklara indi. Son yirmi yılda doğup büyüyen çocuklar seksenler ve doksanları adeta eski dünyanın bir parçası olarak tahayyül edebiliyor. Değişim ve dönüşüm sadece hayatın maddi unsurlarıyla sınırlı değil. Bütün bunların arkasında ve önünde evrenin sırlarını

Son iki yüzyıldır toplumsal değişim, baş döndürecek kadar hızlı. Hayatımızı kolaylaştırmak için geliştirip kullandığımız araçlar, aynı zamanda hayatımızın yeni düzenini de oluşturuyor. Değişimin beraberinde getirdiği dönüşümler neredeyse on yıllık aralıklara indi. Son yirmi yılda doğup büyüyen çocuklar seksenler ve doksanları adeta eski dünyanın bir parçası olarak tahayyül edebiliyor. Değişim ve dönüşüm sadece hayatın maddi unsurlarıyla sınırlı değil. Bütün bunların arkasında ve önünde evrenin sırlarını keşfetmeyi amaçlayan ve insanın var oluşun gizemini çözme umudunu yönetmeye çalışan bir bilim var. Bilimsel gelişmelerin belirsiz aklı, keşif ve inşa çabalarının tanımsız bir amaca doğru yönelişini, aynı zamanda insan zihninin gelişme süreci olarak vazediyor. Yani maddi araştırmalara metafizik bir gaye kazandırıyor. Dahası, olup biten her şey özgürlüğü ve tüketimi temel erdem olarak kabul eden bir siyasi ve iktisadi düzende gerçekleşiyor. Dolayısıyla değişim ve dönüşüm, tarihte eşine az rastlanır bir şekilde hayatın bütün alanlarını ilgilendiriyor. Bu sebeple bütün toplumlar inanç ve ahlâk krizlerine şahitlik ediyor.

Kabul etmek gerekir ki hangi açıdan bakarsanız bakın böylesi bir süreci yönetmek çok zordur. Sadece değişim ve dönüşüme bir şekilde maruz kalanlar için değil, fiilen bu süreci yönetenler yahut yönettiğini düşünenler için de böyle. Bizim için de bu zorluğun temerküz ettiği bazı noktalar var. Bunların başında hayatı anlamlı ve yaşanmaya değer kılan kabuller ile yaşadığımız hayat arasındaki gerilimin geldiği söylenebilir. Maksadım bu gerilimi tahlil etmek değil, sadece çok kısa bir açıklamasının verip birkaç kritik sonucuna dikkat çekmek istiyorum.

Gerilimin en kısa açıklaması şu: Hayatımızın neredeyse bütün alanlarında asli ilkeler ile bağımız zayıfladı. Asli ilkeler, ilgili olduğu alanın kurucu kabulleridir ve ancak kurucu olarak etkin olduklarında ilke işlevi görebilirler. Asli ilkeler, genelden özelden doğru sıralanan ve ilgili olduğu alana göre şekillenen külli kabullerdir. Mesela metafizik, kelam ve nazarî tasavvufun varlık düşüncesi alanda en külli asli ilkeler, şunlardır: (i) Eşyanın hakikati sabittir. (ii) İnsan kısmen ve tamamen eşyanın hakikatini bilebilir. Bilindiği gibi Ömer Nesefî’nin Akâid-i Nesefî’si de bu cümlelerle başlar (Hakâiku’l-eşyâ sâbitetün ve’l-ilmu bihâ mütehakkıkun). Yine bu üç disiplinin ilm-i ilahi veya teoloji bölümündeki asli ilkeler, (i) Allah’ın, (ii) peygamberliğin ve (iii) ahiretin varlığına dair kabulümüzdür. Metafiziğin muhtelif alanlarındaki bu kabuller, kimya, biyoloji, fizik gibi insan iradesinden bağımsız veya siyaset, iktisat, hukuk, tarih gibi insan iradesiyle meydana gelen varlık alanlarına intikal ettiğinde o alanın kendi hususiyetlerine göre özelleşir. Bu ilkeler hayatın bütün alanlarında öylesine etkilidir ki düşünce ve davranışlarımıza anlam kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda bunların belirli bir gayeler dizisi doğrultusunda yönetilmesini de sağlar.

Tam da bu nedenle herhangi bir dönemde asli ilkelerin işlevsizleşmesi yahut etki alanlarının daraltılması, iki büyük krize yol açar. Birincisi, inanç ve bilgi arasındaki bağın zayıflamasıdır. İkincisi ise gücünü asli ilkelerden alan kelimeler dağarcığının anlam yitimine uğramasıdır. Bu iki kriz ise ilk bakışta kriz olarak görünmeyen daha büyük bir soruna yol açarak kalıcı hale gelirler: Tecrübenin daralması. İlerleyen yazılarda her birini ayrı ayrı tahlil edelim.

#Aktüel
#Toplum
#Ömer Türker