ABD'nin sembollerine yapılan saldırı, yakın zamanlarda geliştirilen 'yeni güvenlik anlayışı'nın çıplaklaşmasına vesile oldu. Soğuk Savaş yıllarında 'adresi' ve 'kimliği' belli bir düşman vardı. Bu düşman kendini birtakım devletler ya da örgütler vasıtasıyla belli ediyordu. Klasik düşman tanımına göre, 'düşman' ülkelerle veya gruplarla tanımlanıyordu. Yeni stratejik konsepte göre ise düşman tanımlanamıyor veya 'düşmanın tanımlanmaması esası'na göre bir dünya düzeni öngörülüyor. Bu durumda 'yeni düşman' olarak 'davranışlar' orta yere geliyor.
'Davranışlar' temelinde tanımlanan 'yeni düşman'ın en önemli enstrümanlarından biri ekonomik merkezlere yapılan saldırı. Ekonomik merkezlere saldırı anlamına gelen 'davranış biçimleri', 'yeni düşman' tanımının merkezine yerleşiyor. Bu saldırı biçimi iki yönde gelişebiliyor: Birincisi 'konvansiyonel' saldırı, yani ekonomik merkezlere fiziki saldırı denebilecek saldırı türü bu. İkincisi ise, 'finansal manipülasyon'. Bu ikinci saldırı türü çok ince ayarlarla gerçekleşiyor. Bir ülkeyi finansal hareketler vasıtasıyla, nükleer bir saldırıda yenilmiş olmaktan beter duruma sokabilecek sonuçlar doğurabiliyor.
'Davranışlar' ekseninde tanımlanan düşmanın ikinci saldırı adresi ise 'tekno-yaşam'. Bu saldırı türü direkt 'konfor'u hedef alarak, gündelik yaşamı terörize etmek yoluyla, 'çağdaş yaşamın psiko-sosyal dinamikleri'ni tahrip etmeyi hedefliyor. Bu saldırı türü öncelikle 'siber-terör' denen yönetimi kullanıyor. Dijital dünyanın tüm imkanlarını kullanarak, artık dijital dünyaya bağımlı hale gelmiş dünya sisteminin kalbine saldırı imkanına kavuşmuş bir terör biçimi bu.
Tekno-yaşama yapılan saldırının ikinci aracı/silahı ise 'dönüştürme mekanizmları'nı etkinleştirerek elde edilen savaş türü. Bu, 'sivil bir olguyu bir savaş silahına dönüştürmek' demek. Newyork'a yapılan saldırı böyle gerçekleşti; bir Boeing yolcu uçağı, saldırının en etkili silahı haline dönüştürüldü. Bu saldırı türü 'savaş' kavramını da dönüştürdü ve dünyaya 'savaş olmayan savaş' adı koyulabilecek yeni bir savaş biçimi armağan etti. 'Savaş olmayan savaş', zaten son yıllarda stratejik konsept içinde tanımlanmıştı, son saldırı ile bu somutlaştı.
İşte tüm bu yeni gelişmeler, çok başka bir dünyanın eşiğine adım attığımızı gösteriyor. Yaklaşık son on yıldır bu tarz bir savaş yönteminin adım adım geliştiği gözlemleniyordu. Üstelik son birkaç yıldır siber-terörizm eksenli bir saldırı da bekleniyordu. Fakat bu olgunun yeni olmasından dolayı, saldırının nasıl bir teknikle gerçekleşeceği ve hangi adresi hedefe koyacağı kestirilemiyordu. ABD'ye yönelen son saldırı ile birlikte yapılan çalışmaların gerçekçi bir zemine oturması sağlandı. Yapılan çalışmaların çok yüksek bir düzeyde olduğu, ABD'nin, gerçekleşen saldırıdan yaklaşık 145 dakika sonra olaya hakim olmasından anlaşıldı.
Pax Americana'nın kalbine yapılan saldırı, derinlemesine analiz edildiği zaman, 'belli bir davranış biçimi üzerinde ilerleyen' bir ya da birkaç ülke, bir ya da birkaç örgüt ve bu kompozisyonun ihtiyacını karşılayacak miktarda, aynı davranış biçimi ile özdeşleşmiş insan gücü olduğu görülüyor. Bu noktada, belli davranış biçimini 'temsil' eden, 'üreten' ve 'taşıyan' insan kaynağının, teknolojinin ve örgütsel kabiliyetin önüne geçtiği görülüyor. Çünkü yeni düşman artık 'belli davranış biçimleri' olduğu için, bu davranış biçimlerinin karakteristiğini yansıtacak insan malzemesi analizlerde ön plana geçmiş bulunuyor. Böylece uzun zamandır 'teknoloji eksenli' inşa edilen güvenlik konseptlerinin, artık 'insan eksenli' konsepte yeniden dönmesi beklenen bir gelişme olarak önümüzdedir.
İkiz Kuleler'e saldıran Boeing'in radarlardan saklanabilmesini sağlayan destek, ancak bir 'uydu' desteği olabileceğine göre, bu imkan bir devlet tarafından sağlanmış olabilir. Fakat hiçbir devlet ABD'ye yapılan saldırının 'komuta' mekanizmasının sorumluluğunu üstlenmeye cesaret edemez. Bu durumda işin içine örgütler giriyor. Fakat örgütlerin elindeki insan malzemesinin böylesine uzun planlama gerektiren bir olayda deşifre olmaması mümkün değildir. Bunun önlenmesi için de saldırı anına kadar teröre bulaşmamak bakımından 'sıradan' ama saldırı hattının taşlarını döşeyen 'davranış biçimi'ni temsil bakımından 'kesin inançlı', 'tipik' ve 'donanımlı' insan gücü gerekiyor.
Bütün bu karmaşanın tek ortak noktası ise ülke ya da örgüt değil dünya sistemi karşısında geliştirilmiş 'davranışlar'. İşte bu nokta işin düğüm noktasını oluşturuyor ve terörün üzerinde 'hizalandığı' bu 'stratejik hat', 'yeni güvenlik konsepti'nin yani 'yeni dünya düzeni'nin omurgasının, yeni hattı olarak önümüze çıkıyor. Bu yeni konsept de içeriğinden anlaşılacağı gibi 'ılık savaş stratejisi' olarak adlandırılıyor...
Konuya devam edelim ve bakalım bu yazının sonu nereye varacak?