Ayşe Şasa, 1 Ocak 1941 tarihinde İstanbul Amerikan Hastanesi’nde doğdu. Hem anne hem baba tarafından Çerkes ve paşa torunu Melike Hanım ile baba tarafından Çerkes Avni Beyin ilk çocuğu olarak katı kurallar ve Avrupai bir eğitim hedefiyle mürebbiyeler tarafından büyütüldü. Beş yaşına kadar kayıtsız şartsız teslim edildiği ilk mürebbiyesi Frau Katie, bir Macar Yahudi’siydi. Kendisiyle sadece Almanca konuşan dadısı nedeniyle ana dili Almanca haline gelen Ayşe Şasa, Türkçeyi sonradan öğrenirken zorlanmış
Ayşe Şasa, 1 Ocak 1941 tarihinde İstanbul Amerikan Hastanesi’nde doğdu. Hem anne hem baba tarafından Çerkes ve paşa torunu Melike Hanım ile baba tarafından Çerkes Avni Beyin ilk çocuğu olarak katı kurallar ve Avrupai bir eğitim hedefiyle mürebbiyeler tarafından büyütüldü. Beş yaşına kadar kayıtsız şartsız teslim edildiği ilk mürebbiyesi Frau Katie, bir Macar Yahudi’siydi. Kendisiyle sadece Almanca konuşan dadısı nedeniyle ana dili Almanca haline gelen Ayşe Şasa, Türkçeyi sonradan öğrenirken zorlanmış ve ailesi tarafından Allah kelimesi bile öğretilmediği için “Allah’a Gott diye yakarıyordum” diyecek hale gelmişti.
Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra hukuk okuyan ve kereste ticaretine atılarak büyük bir servet elde eden babası ile cemiyetin en aranılan simalarından biri olan annesinin bitmeyen seyahatleri, davetleri, alışverişleri, spor aktiviteleri sonucunda yapayalnız bir çocukluk geçiren Şasa’nın travmatik anılarında en büyük izi ikinci mürebbiyesi bıraktı. “Sadist ve Türk düşmanı bir Alman” olarak tarif ettiği Barbara tarafından şiddet gören Ayşe Şasa, Aydın İlkokulu’nda eğitimine başladı ve başarısız bir öğrenci olarak mezun oldu.
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ne (Robert Kolej) yatılı verilen ve evden uzaklaştığı için mürebbiyelerden de kurtulan Şasa, başarılı bir öğrenci haline geldi. Ancak psikolojik sıkıntıları, arayışları onu burada da bırakmadı. Kolej günlerinde kimliğinin din hanesini ateist olarak doldurdu ve Marksist/Sosyalist akımlara destek verdi.
1960 yılında liseden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde İdari Bilimler Bölümü’ne devam eden Ayşe Şasa, ‘Yaşadığımız Yıllar’ adlı ilk oyununun beğenilmesinin ardından üniversite yıllarını sinema ile iç içe geçirdi. Aynı yıllarda Kemal Tahir ile tanışması hayatının dönüm noktalarından oldu. Daha sonra evleneceği yönetmen, yapımcı ve senarist Atıf Yılmaz’ın asistanlığını yaptı ve manevi babası olarak gördüğü Kemal Tahir’in de etkisiyle yirminin üzerinde senaryoya imza attı.
12 yaşına kadar mürebbiyelerin baskısı altında geçen yalnız çocukluğunun tetiklediği psikolojik sıkıntılar, sinemada en aktif olduğu yıllarda şizofren teşhisi ile tedavi altına alınması ile sonuçlandı. Ağır ilaçlar, hastaneler, doktorlar ve karmakarışık bir zihin ile mücadelesi nedeniyle 10 yıl boyunca sinemadan uzak kalan Ayşe Şasa, üçüncü eşi Bülent Oran’ın da desteği ile seksenli yıllarda iyileşme sürecine girdi.
İngiltere’de tedavi gördüğü sırada bir kitap kataloğunda görerek sipariş ettiği İbn Arabi’nin ‘Fusus-u Hikem’ adlı eserini okumaya başlaması “delilik ülkesi” dediği dünyadan veliliğe açılan bir kapı olarak hayatını tamamen değiştirdi. “Tıbbın bana koyduğu nihai teşhis şizofreniydi. İmanla şifa buldum.” diyen Şasa, namaza başlayarak, tasavvufla ilgilenerek ve tesettüre girerek hayatını tamamen değiştirdi. ‘Bir Ruh Macerası’ ve ‘Delilik Ülkesinden Notlar’ isimli eserlerinde dönüşümüne dair hatıralarını yazarak kitaplaştırdı.
Bir mürşide bağlanarak tasavvuf yoluna giren, yeni bir çevre edinerek geçmişe dair çıkarımlarının da tecrübesiyle aydınlık bir gelecek inşa eden, kendisi gibi arayış içinde olanlara kapılar açmaya gayret ederek yazmaya, anlatmaya, paylaşmaya son anına kadar devam eden senarist ve yazar Ayşe Şasa, tedavi gördüğü zatürre rahatsızlığı nedeniyle 16 Haziran 2014‘te vefat etti ve Sahrayıcedid Mezarlığı’na defnedildi.