Görünürde tek taş oynatarak bu denli geniş manzarayı değiştirmek, bir o kadarını da sıraya sokmak nadir görülür Ortadoğu’da…
Yeni taşların eskisiyle değiştirilmesi küresel sürecine denk geldiğinden böyle oldu biraz da; yani ya hepsi yeni, ya köhne ya da eğretiydi…
Sonuç olarak ne doğuda ne batıda,
’de yaşananların hangi çapta jeopolitik değişikliklere sebep olabileceği üzerine tartışma bulunmuyor…
Genel/ortak tarif de aşağı-yukarı şöyle…
Şam’ın el değiştirmesi; Doğuda
a, kuzeyde
’ya, batıda/Akdeniz’de
’ya, güneyde ise Arap yarımadasının tamamından,
ve
Kuzey Afrika kıyı şeridine
kadar, Türkiye’nin nüfuzunu genişletti ve yükseltti…
Evvel yazdık;
barışının inşası/arabuluculuğu sadece ‘eş-zaman’ olarak sınıflandırılamaz. Etki haritasının uzantısıdır. Keza
. Rusya’nın Suriye’deki üslerinden taşıdığı silahların bir kısmını bu ülkeye aktarması da tesadüf değil. Türkiye’nin, Libya’nın enerjideki rolünün farkındalığı da. Artık,
Afganistan, Pakistan, Azerbaycan, Kıbrıs
dinamiklerini tekrarlamıyorum.
’ta da durum hemen aynıdır. Ankara-Bağdat ilişkilerinin seyri, Suriye’de iş kolaylaştırdı ve şimdi yeni Şam, Irak’a borcunu ödeyecek. Bu da, Irak üzerindeki İran kabiliyetinin kırılganlığıdır…
’yı da eklediğinizde ve
ile
Türk Devletleri Teşkilatı-Orta Asya
çizgisini de ilave ettiğinizde, “Büyük Ortadoğu” sınırlarını da aşan coğrafi yekûnde Ankara’nın çekim gücü artmış görünüyor…
Bunlar bir Şam’ın/Esad’ın düşüşü ile mi oldu?
Hem evet hem hayır. Türkiye adı geçen bölgelerle zaten sistematik ilişkiler kurup, zamana yatırımlar yapıyordu ama rekabet de vardı. Şimdi bu rekabetin önemli ayaklarından biri düştü. Uzun mesafe koşularına alan açtı. (‘Yatırım’ demişken; Suriye’de Türkiye’nin istikrarlı ilişkilerinden doğan nüfuzu son iki haftanın işi olabilir mi! 5 yıldan bahsediyoruz, 2019’dan beri sayınız.)
Dahası,
çok kutuplu oyunun sert yarış alanlarından biri de yine burası olduğundan, atılan adım, yapılan hamle en az bir cephenin otomatik desteğini de aldı…
Artık Türkiye “bölgesel güç üreten bir merkezdir” ve sık tekrarladığımız üzere, “sıra dışı, güncellenmiş orta boy ülke”dir. Bir anlamı şudur;
isterse, küresel/çok kutuplu cepheleşmenin herhangi tarafına yara açabilir veya açığını kapatıp, yamayabilir…
Yeni durum öyle bir hal yarattı/imkân açtı ki, çerçevelediğimiz bölgedeki kalıplı ülkelerin hiçbiri Ankara’yı aklına getirmeden/hesaba katmadan asimetrik hareket yapamaz…
Bunların üzerine; bölgenin yaşadığı ağır krizlerde, Filistin-Gazze meselesinde, İsrail soykırımında Türkiye’nin dirençli ve doğrucu tutumu, bölge halklarının gönül alkışlarını aldı. Bu da yine geniş alana yayılmış kamuoyu desteğidir, kritik noktadır…
Kabaca durum böyleyken ve her şey yolundayken şu cümleyi kurmamız gerekiyor…
Tablo bu denli göz alıcı olduğunda, “nazar” da çekebilir…
Benzer bir panorama çizdikten sonra İngiliz
gazetesi, konuyu şöyle bir bağlama çengelliyor; “Süreç Türkiye’yi daha pan-Sünni bir güç olarak konumlandırarak
’ın bölgesel liderlik iddiasını zayıflatıyor. Riyad ve
Birleşik Arap Emirlikleri
için bu yeni dinamik, Körfez ülkelerini
’da Muhammed Mursi’yi deviren askeri darbeyi teşvik ettikleri, Türk destekli İslamcı hükümetin 2012’deki yükselişini hatırlatıyor”!.. (“The balance of power is shifting in the Middle East-and it is Turkey’s ‘full moon’ on the rise”, 19/12.)
Askerde istihkam birlikleri arazide buldukları mayınların başına bir kırmızı bayrak dikerler ve gazetenin okumasını biraz öyle saymak gerekiyor…
Makalenin özü, Türkiye’nin yükseliş grafiğinin enini boyunu betimlemek kadar, bölge dengelerini karmaşıklaştıran bir yapı da ürettiği/üretebileceği fikrine yaslanıyor. İleri giderek, Körfez monarşilerine alternatif sunduğunu/tehdit ürettiğini ima ediyor…
Belki ikazın İngiliz basınından gelmesini de düşünmeliyiz; Suriye ve Ortadoğu’nun genelinde bir
çizgisinin varlığını/aklını görenler açısından nasihat de sayılabilir, tersine ikaz da…
Suriye’de yaşananlar istisnasız tüm dünya ülkeleri tarafından ‘Türkiye’ diyerek okunurken,
Ankara’nın fiili rolü üstlenmekte ‘düşük profilli’ gözükme arzusunun, devrimin pratiğine mesafeli durmanın bir nedeni bu olabilir…
Bölge yönetimlerinde böyle bir kaygı var ise ya da oluştuysa -ki bu konuda hassas oldukları sürpriz değil-
bu eğilimin İsrail politikalarıyla buluşma olasılığı
da akılda tutulmalı…
Türk-İsrail gerginliğinin aşırı yüklü olduğu ortada. Üstüne gelecek Trump iktidarının-Suriye ve Irak’ta Ankara ile çalışmak yolunda gönderdiği kimi işaretler parlak olmakla birlikte- konu Tel Aviv olduğunda yeni Beyaz Saray’ın taviz vereceğini düşünmek de iddialı…
Trump’in ilk başkanlık döneminde ismini ‘küre koalisyonu’ olarak koyduğumuz İbrahim Anlaşmaları ve Golan Tepeleri gerçeğini anımsadığımızda,
İsrail-S. Arabistan-BAE ve hatta-nekahet dönemini aşmaya başladığımız-Kahire
’nin ortak ritm tutturma olasılığını takip gerekiyor…
Taşların hepsinin birden yerinden oynadığı taze konjonktürlerde bu tür komplikasyonların yaşanması ihtimaldir. Ankara’nın bunu ıskaladığı düşünülemez. En azından Türk dışişlerinin mesaisine baktığımızda görünen yoğunluk, “adam adama savunma” hareketliliği, herkesle birebir ve birden çok görüşme takvimi endişeleri aşmayı hedeflediği gibi, “kapsama alanı”nı da hep geniş tutuyor…
Ankara’dan sık duyulan, “hep birlikte, beraberce, hepimizin çıkarı için, yoksa dışarıdan karışırlar” davetlerinin anlamı bu olsa gerek. Hâsılı, Ankara ne yaptığının farkında. Diğerleri ‘fark edemediklerinden’ ne yapacaklarını düşünüyor…