Bu türden “yukarıdan konuşmalara", Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun verdiği yanıt, karşılıklılık prensibine uygundur; “Türkiye'yle böyle tehdit eder şekilde konuşamazlar. Ters teper. Juncker Türkiye'nin patronu değil"…
Batı'yı kaygılandıran ilk ipucu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın CNN İnternational'dan Rebecca Anderson'a verdiği röportajda duyulan, “Meclis idam cezasını getirirse onaylarım" cümlesidir. (
.)
10 Ağustos akşamı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yaptığı konuşma ile de Erdoğan, Batının
...
Bir... Tekrarladığı “parlamento idamı kabul edip bana gönderirse onaylarım" cümlesi ile AB'nin, “müzakereleri durdururuz" tehdidini/blöfünü gördüğünü, bunu yaparken de gücün kaynağı milletin, TBMM'nin üzerine çıkamayacağının işaretini veriyor.
İki... ABD'yi aynı konuşmada ilk kez ve açık biçimde,
baş başa bırakıyor; “ABD karar verecek; ya FETÖ ya Türkiye!"
Bu sınavları, Saint Petersburg'dan dönüşünün ertesi günü Batı'nın önüne koyuyor; istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz...
Türkiye, Sykes-Picot anlaşmasını çok konuştu.. Siyasiler de, akademisyenler de, gazeteciler de; “Osmanlı'nın paylaşılmasına ilişkin anlaşmayı tamamen ve öncelikli olarak bir İngiliz-Fransız meselesi olarak tarif ettiler. Fakat böylece Çarlık Rusyası ve onun Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov'un kritik rolü görmezden gelinmiş oldu. 'Sazonov-Sykes-Picot' olarak anılması daha doğrudur." ('Russia returns to a Middle East it never really left', Mayıs-2016, Chatnam House.)
Anlamı şu; 1917 devrimi araya girmeseydi Ruslar da bu paylaşımın bir parçası olacaklardı ve pastanın büyük dilimlerinden birini alacaklardı.
Muradımızı söylerken detaya saplanmayalım ama Erzurum, Erzincan, Trabzon, Batum ve Türkiye'nin Kuzeydoğusu bir yana, onların deyişiyle,
Her “Rus planı ne" sorusuna “sıcak denizlere inmek" klişe yanıtını verenler çöpe, İstanbul'u bu isimle anmanın gerisindeki tarihi, dîni ve stratejik kabuller dahi Moskova'nın Türkiye'ye bakışını izah eder.
Hâsılı, ne Amerika'nın “eksen kayması" lafları ne de Rusya'nın “sizi ilk biz aradık" şirinlikleri, Ankara'nın “
"nı zincirleyemez. Söyledikleri şudur aslında; 'bizim uydumuz olun'. Oysa Türkiye uzun zamandır “uyumsuzdur".
Yani kimsenin kaygılanmasına gerek yok. Türkiye, hem ABD ile hem Rusya ile kendi menfaatleri noktasında ve iyi niyetle,
Rusya buna hazır. “Her ikisiyle" lafı, “eşitlik" kurduğundan Batı bir tür histeri krizi geçiriyor. Atlatacaktır. İki süper güç Suriye'ye gelerek bu kapıyı zaten kendileri açmış oldular.
ABD Başkanı tarihin en kötü final günlerini yaşıyor ve seçimlerin kendisini kurtarması için dua ediyor. Yeni Başkan,
ne diyecek göreceğiz.
En azından, DAEŞ'e karşı Rus-Türk ittifakını kerhen de olsa memnuniyetle karşıladıklarını biliyoruz.
Kerhen çünkü
Doktor , “bir ay ömrünüz kaldı" demiş. “Aman" demiş adam, “hiç mi çaresi yok".
“Var. Aklınıza 'topal ördek' getirmeyeceksiniz".
Söylemese zaten akla gelmez ama söylendiği için akıldan çıkmıyor. Çin Füzeleri de öyle.. Bunun tetikleyen, Erdoğan ile Putin'in Eylül ayında bir daha buluşacağı bilgisi. Üstelik Çin'de!
G-20 vesilesiyle bir araya gelecek liderler, tatsızlaşan Türkiye-Batı ilişkilerinin üzerine gelen 15 Temmuz ihanetinin sunduğu konjonktürü bu bağlamda kullanabilirler mi?
Türkiye'nin Çin füzelerini yeniden gündeme taşıması bu sefer sadece ABD'yi rahatsız etmez. Rusya'yı da eder.
Ortalama akılla ABD medyasından üfürülüp Avrupa basınında dalgalandırılan bir tezvirat da şu; 'Türkiye Batı'ya karşı koz olarak kullanmak için Rusya ile yakınlaşıyor. Ekseni kayıyor.'
Batı'nın sabote ettiği alanı düzeltmeye çalışıyor.
'Eksen' numarasını kimsenin yuttuğu yok artık ama ilginç yoldan sağlamasını yapalım.. Türkiye-İsrail yakınlaşmasının tonundan ve renginden Washington memnun mu?
Bu ilişkinin dirilmesinde/yönetilmesinde Washington'un payı yok. Yani Rusya-Türkiye gibi bundan da mutsuzlar.
Evet.. Üçgen yeni değil ama oyuncuları pekiştirilmiş, yenilenmiş durumda.
Bu havzalar tek miğfere dönüştürülebilirse yeni bir dengeden bahsedebiliriz.
Bu dengenin illa ABD karşıtı kefeye abanması gerekmiyor. Tercih, yeni Başkan'ın...