Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’ın ABD ziyaretleriyle daha çok oksijen aldığı söylenen Türk-Amerikan ilişkileri, ‘Washington çıkarması yeni bir dönemin işareti mi’ merakını ama daha çok ‘temennilerini’ yükseltmiş görünüyor… İlişkilerdeki yoğunluk, tarafların ‘müttefik özlemi’ ile mi ilgili yoksa şartlarla mı? Tamamen Batılı gözlemcilerin yorumlarına göre, Ukrayna savaşında Batı’nın pozisyonunda gözle görülür gerileme yaşanıyor ve bu sadece ‘Anglosfer’de değil, transatlantik ögelerin tümünde gerginlik
Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’ın ABD ziyaretleriyle daha çok oksijen aldığı söylenen Türk-Amerikan ilişkileri, ‘Washington çıkarması yeni bir dönemin işareti mi’ merakını ama daha çok ‘temennilerini’ yükseltmiş görünüyor…
İlişkilerdeki yoğunluk, tarafların ‘müttefik özlemi’ ile mi ilgili yoksa şartlarla mı?
Tamamen Batılı gözlemcilerin yorumlarına göre, Ukrayna savaşında Batı’nın pozisyonunda gözle görülür gerileme yaşanıyor ve bu sadece ‘Anglosfer’de değil, transatlantik ögelerin tümünde gerginlik yaratıyor…
Zar-zor, binbir entrika ile yürütülen bu süreç, Amerika açısından berbat bir zamanlama ile İsrail-Gazze krizini de Washington’un sırtına yüklemiş halde. Ukrayna nasıl İngiltere’den Çin’e kadar olan bölgeyi dalgalandırıyorsa, İsrail de tüm Ortadoğu’yu en geniş haliyle, Hindistan-Akdeniz-Afrika-Karadeniz’i baskı altına sokuyor. İki merkezden yayılan stres dalgaları da gidip Amerikan kıyılarına vuruyor. Stratejik tsunami sayabilirsiniz…
Fakat, “berbat zamanlama” bunlar değil, ABD Başkanlık seçimleri. Trump’ın kazanma olasılığı Batı’nın tümündeki gerginliği paniğe yükseltiyor…
Biden hükümetini fena kıstıran bu konjonktür, yönetimin müttefikleriyle ilişkilerini de gözden geçirmesine neden oluyor. Beyaz Saray’daki ilk gününden bu yana Türkiye’ye açıkça tavır koyan Biden ve ekibi bugün hayli yumuşak tonlardan Ankara’ya hitap ediyorlar ve belli ki, “küresel kriz yönetiminde” önemli bir yardımcı olarak Ankara’yı tazelemeye çalışıyorlar…
Artık yakın dönemde yaşanan yok İsveç-NATO’dur, F-16’dır, vb, sıralamıyorum, herkes ezberledi. Yeni gündemler var. F-35’ler, CAATSA yaptırımları, Irak ve Suriye’de terör örgütüne verilen destek kalemlerini de içeren ve potansiyel barındırdığı hissettirilen başlıklar ABD tarafından dillendiriliyor…
Nitekim, bahar aylarında Türkiye’nin bu iki ülkeye yönelik daha sert ve kapsamlı bir harekata girişeceğine, operasyonun öncekilerden farklı ve “bitirici” mahiyette olacağına yönelik en yetkili ağızlarından dillendirilen adım da bu sıralarda geliyor…
İlaveten, ABD askeri varlıklarının Suriye ve Irak’tan çekilebileceğine yönelik “söylence” de büyümeye devam ediyor, sanki “hayatın akışıyla” uyumlu hale geliyor. Kabaca çizdiğimiz bu stratejik anlatıyı tersinden okursak, Ankara, lehine gelişen bölgesel/hatta küresel şartlardan doğan avantajı Amerika’nın önüne koyuyor…
Anlık gelişmelere çok batmadan kronolojiye baktığımızda, Türk-Yunan ilişkilerindeki ani ve manidar yumuşama, Putin’in ziyaretini ertelemesinden, dün Zelensky’nin Türkiye’ye gelmesine, hatta Ermenistan’ın, “barış anlaşmasını imzalamaya hazırım” açıklamalarına değin geniş bir manzume tabloya eklemlenebilir. Yok detaya da girelim derseniz, ikinci nükleer santralin yine Ruslar’a verildiğine ilişkin haberlerle birlikte, ABD’nin de “reaktör vereceğiz” açıklamaları paralellikler oluşturur…
Başka ‘ince-narince’ temaslar, gelişmeler de bu yola katılabilir. Yakın dönem Türkiye-İngiltere temasları, Somali hamlesi, İsrail ve Ukrayna arasında “ABD’nin parasını kim yiyecek” rekabeti, vb…
İleri giderek, Amerika-Türkiye ilişkilerinde menfi sayılabilecek kimi olaylar dahi “hayra” yorulabilir; CENTCOM komutanının tam da bu zamanlamaları kucaklayacak biçimde Suriye’de SDG’yi yani PKK’yı ziyaret etmesi, 2014’ten bu yana Ukrayna-Rus politikalarını yürüten Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın istifa etmesi gibi. İlla sahada görelim bu siyasi gelişmelerin sonucunu derseniz, Transdinyester-Gagavuzya-Odessa üçgeninde, açık biçimde Türkiye’ye de selam gönderen gelişmelere bakabilirsiniz…
Aroması daha kuvvetli bir sos için de, Biden’ın açıkladığı ve Akdeniz/Kıbrıs üzerinden beslenen Gazze Limanı projesinin Türkiye’nin gözünden nasıl değerlendirildiğini kestirmeye çalışabilirsiniz…
Sonuç olarak, bu köşenin sınırlarının müsaade ettiği kadarını derleyip, “birleştirdiğimiz” seri gelişmeler, “iki müttefikin, iki eski dostun”, ABD ve Türkiye’nin kucaklaşmasına yol açabilir mi?
Hayati bir sorudur bu ve işin başından vaziyet almayı gerektiriyor. Çok açık; Türkiye, şu an kendi çıkarları adına tüm bölgede fırsat/boşluk görüyor ve bunu doldurmak için ince ayarlı bir zaman-eylem çizelgesi gözetiyor…
Sayılan olası gelişmelerin gerçekleşme ihtimalleri üzerine ne denli spekülasyon yapılırsa yapılsın, mesela ABD’nin bölgeden çekilmesi diyelim, ancak gözümüzle gördüğümüzde inanabileceğimiz bir adım. Başkaları da var; enerji koridorları, ulaşım koridorları, ekonomik bonkörlükler, vs…
Hediyeler çok. Ancak sisli ve muğlak bir jeopolitik zemin doğmuş bulunuyor ki, bu hayli önceden tespit ettiğimiz yeni düzenin kaotik eşiğidir. Tam da söylendiği gibi Türkiye’ye büyük riskler ve büyük fırsatlar sunuyor. Ve oradayız, giriş bölümüdür…
Konjonktürü yakalamış olmanın getirdiği ve bugüne kadar sıkışıp kalmış çıkarlarımızı realize etmekle, “yapısal bozukluklara” sahip ABD ile ilişkilerimizi “o eski günlere yeniden yükseltme” arasında bir seçim de yapmamız gerekecek. Asıl mesele budur…
ABD ile ilişkilerin yumuşamaya başladığı dönemlerin hızıyla, Türkiye’de bunu coşkuyla karşılayanların hızı kıyaslanamaz. Bugün, “Türkiye-ABD: Muhasebe zamanı” başlığını atanlar, emin olun bıraksanız, “helalleşelim” derler. Ama, “helal edeceğiniz o ‘haklar/alacaklar nedir’ bir sayın bakalım” dediğinizde, ardlarının üzerine otururlar…