İslâm'a yönelik peşin hükümler

00:0027/09/2001, Perşembe
G: 17/09/2019, Salı
Nazlı Ilıcak

İslâmiyet'in terörle özdeşleştirilmeye çalışıldığı günümüzde, Jocelyne Cesari ve John Esposito'nun kaleme aldığı, "İslâm'dan korkmalı mı?" kitabı, ilginç tesbitler ihtiva ediyor. Her şeyden önce, Batı dünyasının, Müslümanlara yönelik peşin hükümlerinin kaynağı araştırılıyor bu kitapta.Esposito, İslâmiyet'in, hem kendisinden önceki peygamberlerin vahiylerini doğrulamak, hem de onların hatalarını düzeltmek için geldiğini hatırlatıyor; Kur'an'da daha önceki vahiylerin kabul edildiğini belirtiyor.Öyleyse

İslâmiyet'in terörle özdeşleştirilmeye çalışıldığı günümüzde, Jocelyne Cesari ve John Esposito'nun kaleme aldığı, "İslâm'dan korkmalı mı?" kitabı, ilginç tesbitler ihtiva ediyor. Her şeyden önce, Batı dünyasının, Müslümanlara yönelik peşin hükümlerinin kaynağı araştırılıyor bu kitapta.

Esposito, İslâmiyet'in, hem kendisinden önceki peygamberlerin vahiylerini doğrulamak, hem de onların hatalarını düzeltmek için geldiğini hatırlatıyor; Kur'an'da daha önceki vahiylerin kabul edildiğini belirtiyor.

Öyleyse niçin İslâm, Yahudi - Hıristiyan değerlerine karşı saldırgan ve radikal biçimde zıt bir din olarak algılanmaktadır?

Kitabın yazarları bunun sebeblerini, ortaçağdan beri, İslâm âlemiyle Avrupa arasında vuku bulan çatışmalarda aramak gerektiğini vurguluyorlar.

1989'da, IFOP, Fransız toplumunda, Müslüman olan ve olmayan iki grupla anket yapmış. Birinciler, İslâm'ın, barış, gelişme ve hoşgörü anlamını taşıdığını, ikinci grup da, şiddeti, gericiliği ve fanatizmi çağrıştırdığını söylemiş. Aynı anket 1994'te tekrarlanıyor; zıt imajların azalacak yerde daha da derinleştiği ortaya çıkıyor.

Tarih

İslâm'ın, Avrupa'ya ilk ayak basışı, İspanya'yı fethedip, Pireneleri aşmasıyla 715 - 720 yıllarında gerçekleşti. Müslümanların, Frank ülkesine hücumu, 732 yılında, Poitiers Savaşı ile durduruldu. Ardından Haçlı seferleri geldi. Haçlılar, Mesih aleyhtarı bir peygamber anlayışının zihinlerde yer etmesinde rol oynadılar. Bu dönemde, ilk defa Cihad kelimesi, kutsal savaş anlamını kazandı. Oysa Kur'an'a göre bu terim, her şeyden önce nefsini yenmek için gösterilen çaba manâsına (Büyük Cihad) kullanılıyordu. İkinci anlamında ise, müşriklere, inanmayanlara karşı mücadele zaruretini gösteriyordu ki, teorik olarak Hıristiyan ve Yahudiler bu grubun dışında tutulabilirdi.

Haçlı seferleri, Hıristiyan ve Musevilerle, Müslümanların birbirlerine kâfir ve düşman gözüyle bakmasına yol açmıştır.

Haçlı seferleri

Jocelyne Cesari ve John Esposito, iki farklı medeniyetin birbirine düşmanca yaklaşımında ve ön yargıların oluşmasında Haçlı seferlerinin etkisinin altını çiziyorlar.

Nitekim, Haçlı seferleri sona erdikten sonra, egzotik ve farklı bir Doğu imajı doğuyor. Özellikle Türk - İran modası ön plana çıkıyor. Şatafat ve şehvetle eşanlamlı olan Binbir Gece masalları, o tarihlerde Doğu'nun esrarına duyulan ilgiyi yansıtıyor.

Ama eskiden taşınan peşin hükümler silinmiyor. Bu yüzden Doğu denilince Batı'daki insanın aklına, şehvet, ihtişam, ama aynı zamanda, zulüm, şiddet ve barbarlık geliyor.

Sömürgeci görüş

Fransız imparatoru Bonapart'ın Mısır seferiyle ve sömürgeci hareketle birlikte kültürlerin eşit olmadığı düşüncesi ön plana çıkıyor. Halkları canlandırabilmek için, onları, bölgesel ve dinsel aidiyetlerin oluşturduğu zincirlerden de kurtarmak gerektiği inancı doğuyor. Fethedilen topraklarda, aklın öncülüğünde bir dönüşümün gerçekleştirilmesi çabaları, böylece başlıyor. Medenileşmek için Batılılaşma gereği de o tarihlerde Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve ona bağlı seçkinler arasında revaç bulan bir düşünce tarzı.

Günümüzde, "köktendinci İslâmi tehlike" sadece Batı değil, İslâmcı muhalefetle mücadele eden Tunus, Cezayir, Mısır gibi ülkeler tarafından da dile getiriliyor.

İslâm, hem ulusal zeminde, hem de uluslararası camiada, yoksul kitlelerin hak aramak için sarıldığı bir silâh olarak ortaya çıktı. Zaman zaman, teröristler, Müslümanlığı, şiddeti meşrulaştırmak amacıyla da kullandılar. İran devrimi ve bu devrimin ihraç edileceği endişesi, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın İslâmcılar tarafından öldürülmesi, Tahran'da ABD elçiliğinin ele geçirilmesi, Cezayir'de İslâmi Kurtuluş Cephesi'nin seçimleri kazanması, Afganistan'da Taliban yönetiminin kurulması gibi olaylar, korku ve kuşkuyu besledi.

Tarihten gelen yüklü bagaja, son 20 yıldır yaşananlar da eklenince, Batı dünyasının sıradan vatandaşlarının ön yargıları pekişti. Pek çoğu, İslâmiyet'i, uluslararası terörizmin kaynağı gibi görmeye başladı.

Türk seçkini de maalesef aynı telden çalmakta, "İslâmi tehlike var" mesajını vermektedir. Medeniyetler çatışması, Türkiye'nin taa içinde başlamıştır.

28 Şubat'ın anlamı budur. Onların gözünde medenileşmek veyahut çağdaş uygarlık, kültürel aidiyetinden, inanç kimliğinden sıyrılıp, Batı değerlerinin esiri olmaktır. Dini, bir ayak bağı olarak görürler; dindarı küçümserler. Laikliğe Batı'dan, özellikle de Amerika'nınkinden çok farklı bir anlam yüklerler. Bu yüzden, Usame Bin Ladin meselesine, haklılıklarının bir kanıtı gibi dört elle sarılıyorlar. İslâmiyet'i tehdit gibi göstermek için en ön saflarda koşuyorlar. Hani yeni bir Haçlı seferi düzenlense, neredeyse, Haçlı ordusunda yer alacaklar.

Dersimiz özgürlük

Anayasa profesörü Mustafa Erdoğan "Dersimiz özgürlük" isimli kitabında, Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin din ve vicdan özgürlüğü konusundaki bazı kararlarına temas ediyor.

İki örnek verelim:

1925 yılında, Pierce Society of Sisters davasında, ebeveynlere, çocuklarını sekizinci sınıfı tamamlayıncaya kadar, kamu okullarına gönderme mecburiyeti getiren Oregon eyaletinin bir yasası denetlenmişti. Bu yasa, çocukların, sekizinci sınıfı tamamlayıncaya kadar, -dinî olanlar da dahil olmak üzere- resmen tanınmayan özel okullara devamını yasaklıyordu. Yüksek Mahkeme, iki gerekçeyle, yasayı anayasaya aykırı buldu:

1) Aileler çocukların eğitim ve öğretimini belirlemek özgürlüğüne sahiptir.

2) Dinî okullar, mülkiyet ve iş yapma özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.

Bunun gibi, Yüksek Mahkeme, 1972'de dinî gerekçelerle çocuklarını liseye göndermeyen Amish toplumuna mensup ebeveynlerin mahkûmiyet kararını bozdu. Amishlerin inancına göre, lise öğretimi, kendilerinin kabul etmedikleri değerleri geliştirmeye dönüktü ve kişiyi Tanrı'ya yabancılaştırıyordu. Eyaletin, zorunlu genel eğitimdeki çıkarı ne olursa olsun, bu, kesinlikle, Anayasa'nın özel olarak güvence altına aldığı dinin gereklerinin serbestçe yerine getirilmesi hakkını ortadan kaldırmayı haklı gösterecek derecede mutlak değildi.

ABD ve özgürlük

Newyork baskınından global bir 28 Şubat üretmek isteyenler, yukarıdaki kararları dikkatle okusunlar. ABD'de sıradan vatandaşlar, çeşitli tesirlerle, İslâmiyet'i bir tehdit gibi algılama eğilimine girseler dahi, ABD, din eksenli bir kutuplaşma yaratmayacak basireti mutlaka gösterecektir. Çünkü bu ülkenin ilk kurulduğu günden beri var olan özgürlük ve laiklik anlayışı, başarısının temel sebeblerinden biridir.
#Jocelyne Cesari
#John Esposito
#İslâmiyet