Cansever yönetim felsefesi

00:001/03/2009, Pazar
G: 3/09/2019, Salı
Mustafa Özel

İslam estetiğinin nüvesi “bütün nefislerin ölümü tadıcı olduklarına” dair ayet olmalı. Ölüm başka hangi gelenekte “tadılan” bir şeydir? Şöyle bir itiraz yükselebilir: Samimi olalım, ölüm ürpertici değil midir? Nasıl arzulanabilir? Cevap: Ölümü arzulayan yok. Zaten başka bir dini ilke, ölümü arzulamayın, şeklindedir. Ölümün doğallığına alışmak ve ölümle ölümü aşmaktır mesele. Yunus bunu çok iyi kavramıştı:Ne gam bunda bana bin kez ölürsemAnda ölüm olmaz ölmezem artıkTurgut Cansever de bir daha ölmemek

İslam estetiğinin nüvesi “bütün nefislerin ölümü tadıcı olduklarına” dair ayet olmalı. Ölüm başka hangi gelenekte “tadılan” bir şeydir? Şöyle bir itiraz yükselebilir: Samimi olalım, ölüm ürpertici değil midir? Nasıl arzulanabilir? Cevap: Ölümü arzulayan yok. Zaten başka bir dini ilke, ölümü arzulamayın, şeklindedir. Ölümün doğallığına alışmak ve ölümle ölümü aşmaktır mesele. Yunus bunu çok iyi kavramıştı:

Ne gam bunda bana bin kez ölürsem

Anda ölüm olmaz ölmezem artık

Turgut Cansever de bir daha ölmemek için ölümü tattı. Ardında güzel tatlar bırakarak gitti ama. Bunlardan mimarî alana ait olanları erbabı değerlendirecektir muhakkak. Ben CYF adını verdiğim “Cansever Yönetim Felsefesi”nin ilk üç maddesini iş ve siyaset dünyamızın kurmaylarıyla paylaşmak istiyorum.

1. Dünyada hiçbir çözüm ebediyen geçerli değildir. Açık uçlu, geliştirilmeye müsait, gelecek nesillerin iradesine ipotek koymayan çözümler peşinde olun.

2. Hükmetmeye değil, ahenge önem verin. Parça-bütün ilişkisini hakkaniyetle sürdürün.

3. Hep hareket halinde olun, fakat küçük adımlarla ilerleyin.

Şimdi bu ilkeleri örneklerle açıklamaya çalışalım:

1. Bilge mimarın kafasını ömür boyu kurcalayan önemli meselelerden biri, mağrur Fatih Camii ve külliyesinden mütevazı Bayezid Camii ve külliyesine geçişteki esrardı. Birincisi katı, dikdörtgen, çevresine hükmeden, ilave kabul etmez emperyal bir yapı. İkincisi yumuşak, çevresiyle uyumlu, gelecek nesillerin katkılarına gülümseyen dervişane bir çözüm. Birincisi buyuruyor, ikincisi kucaklıyordu. Cansever''e göre Fatih''ten Bayezid''e, tekebbürden tevazuya, bir defalık çözümden mütemadi çözüme uzanan köprü Şeyh Vefa Camii ve Külliyesiydi.

Fatih, Şeyh Vefa''dan, medreselerinin hepsinin başına geçerek ders vermesini rica etmesine rağmen o kendi küçük ortamından ayrılmıyor, önce kendi evinde tedrisatını yapıyor, sonra buna cami ve medreseyi ekliyor. Yani Şeyh Vefa''nın tesisi zaman içinde parçalar birbirine eklenerek meydana getiriliyor. “Bu, Fatih Külliyesi''ndeki karar verme sistematiğinin tam tersidir. (Orada) hükümdar yanında mimarla bir şema tayin ediyor ve o şemaya göre cami inşa ediliyor. O şemaya bir şey ekleyemiyor veya çıkaramıyorsunuz. Bu aslında geleceği dondurmaktır. Geleceğin oluşabilecek imkânlarının sizin yaptığınızdan daha iyi olması ihtimalinin olmadığını düşünmektir. Tabii bu da çok ciddi bir gururdur ve o gururun yeri yücelik değildir.” (Bir Semte Vefa, Klasik Yayınları, 2009.) Beyazıt Külliyesi tam Vefa modeline göre kuruluyor ve Osmanlı''nın kibrini tevazuya kalbediyor. Bir mimari tarzının seçimi, bir insanî duruşun seçimine dönüşüyor.

2. Parça ile bütün, çevre ile merkez arasındaki ilişkinin hakkaniyet derecesi, bütün sosyal sistemlerde uzun ömrün en belirleyici ögesidir. Cansever''e göre, Osmanlı sosyo-politik sistemi, tıpkı Osmanlı mimarisi gibi, parça ile bütün arasındaki eşsiz ahengin eseriydi. 16 Şubat 1995''te Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi''nde düzenlenen İdris Küçükömer''i anma toplantısında Turgut Bey''le beraberdik. Ben Küçükömer''i nefersiz uçbeyine benzeterek şuna benzer şeyler söylemiştim: “Uçbeyi, sınırlardaki sancak beyleri hakkında kullanılan bir tabirdir. Yarı bağımsız idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklal dereceleri artar, sonunda müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Kemal Tahir ve İdris Küçükömer de Türk sosyalizminin serazad uçbeyleridir. Gönül verdikleri dünya solu zayıfladıkça mektepten memlekete döndüler. Fakat memleketi bir sağırlar diyalogu içinde görünce, istiklallerini ilan edip müstakil birer aydın oldular: Selefsiz ve halefsiz.”

Aynı toplantıda konuşan Turgut Bey, Küçükömer''le ilk tanışmalarını anlattı: “1964 veya 65''te Güzel Sanatlar Akademisi''nde bir toplantı düzenlenmişti. İdris Küçükömer Osmanlı toplum sisteminin “merkeziyetçiliği” görüşünü savundu ve bunun feodalleşmeyi engellediğini söyledi. İddiasını desteklemek üzere de mimarların daha rahat anlayabileceği bir örnek verdi: Süleymaniye Camii. Ona göre, Süleymaniye''nin kubbesi Osmanlı merkeziyetçiliğinin simgesiydi. Şiddetle itiraz ettim. Mimaride en önemli meselenin üslup olduğunu, buna da taşıyıcı unsurlar arasında parça-bütün ilişkisinin en ahenkli tarzda kurulabilmesiyle ulaşıldığını söyledim. Süleymaniye''nin merkezinde kubbe bulunmakla beraber (ki tam merkezde de sayılmaz), bu konum merkeziyetçilikten çok, merkez-çevre ilişkisindeki ahengi yansıtacak tarzdadır dedim. Sertleştik. Toplantıdan sonra bahçede yürürken, Küçükömer arkamdan yetişti ve omuzuma dokunarak ''Söylediklerin doğru!'' dedi. Dost olduk.”

Son ilkemiz daimi hareket halinde olmak fakat küçük (ölçülü) adımlarla ilerlemekti. Bu ve daha birçok ilkeyi daha sonra anlatalım. Zira yazı işleri köşe yazılarının 3500 vuruşu geçmemesi hususunda ültimatom verdi. Bense daha şimdiden 5000''i buldum. Yunus''tan birkaç dizeyi bilge mimara dua niyetine zikrediyorum:

Varlığım yokluğa değişmişem ben

Bugün cana başa kalmazam artık

Fenâdan bekâya göç eyler olduk

Yöneldim şol yola dönmezem artık

Dilerim fazlından ayırmayasın

Hocam senden özge sevmezem artık

Söyler aşk dilinden bunları Yûnus

Gerçek âşık isem ölmezem artık...