Mustafa Sandal, “onun arabası var, güzel mi güzel, bastı mı gaza gider mi gider” şarkısını söyleyeli 21 yıl olmuş.
O günlerde Türkiye ve araba kelimeleri yan yana geldiğinde, insanların aklına bu şarkıdan başka bir şey gelmezdi.
Haa, bir de, ancak bazı belgesellerde gördüğümüz, 1961 yılında, Eskişehir Demiryolu Fabrikası’nda, sadece 129 günde üretilen Türkiye’nin ilk yerli ve milli araba üretme girişiminin meyvesi olan “Devrim” marka otomobil.
Güya, benzin koymayı unuttular diye dönemin Cumhurbaşkanı kızmış da üretimden vazgeçilmiş…
Hiç sanmıyorum, birileri Türkiye’nin sadece “pazar” olarak kalması gerektiğini düşündüğü için o araba üretilmedi; Türkiye sadece bir pazar olarak kaldı, araba üretmiyorduk ama bütün arabaların vızır vızır işleyeceği otoyollar inşa ediyorduk. Otomobilleri yola koymak için gereken benzini de, otoyollar inşa etmek için gereken malzemeyi de dışarıdan alıyorduk. Biz dışarıdan aldığımız otomobilleri sıra sıra dizerek yollara koyarken, Türkiye’ye otomobil satanlar da işlerini yola koyuyorlardı; böylece Türkiye yola getiriliyordu!
Türkiye’nin yola getirilişi, üretmeyen ama tüketen, sözde bağımsız özde tam bağımlı bir ülke haline getirilmesiyle sağlanıyordu.
Türkiye’nin lokomotif değil, vagon ülke olması isteniyordu ve öyle de olmuştu. Başkalarının yükünü taşıyan, başkalarının peşinden giden bir ülke… Dünya siyasetindeki işlevi de, dünya ekonomisinde işlevi de vagon olmaktan öteye geçsin istenilmiyordu.
Yoksa, Türkiye daha otuzlu yıllardan itibaren yerli ve milli uçak da, yerli ve milli tren üretebilme rüştünü de özel girişimcileriyle, mesela Nuri Demirağ’ın girişimleriyle ortaya koymuştu.
1960’larda yerli ve milli araba üretebilme potansiyeli olduğunu da ortaya koymuştu.
Ama Türkiye’de “Türk tipi” olan her şeyle dalga geçmek, onu hakir görmek, aşağılamak, yok etmek modaydı. Türk müziğinden Türk otomobiline kadar her şey taşlanıyor, topa tutuluyor, aşağılanıyordu. Bugün bile Türk tipi demokrasi, Türk tipi başkanlık sistemi diye ortaya çıkmak, “Çin malı” muamelesi görüyor. Kendi kendine oryantalizm uygulayan bir zihniyet inşa edilmişti Türkiye’de. O zihniyet şimdilerde “yerli ve milli otomobil” üretme tartışmalarında kendini gösteriyor.
Kimi zaman “aman canım, ne gerek var araba üretmeye” diyerek ortaya çıkıyor bu zihniyet, kimi zaman da Türk filmlerinde karikatürize edilen “kötü adam” tiplemesi gibi “araba üretecekmişiz, nıhohaaaaa…” diye alay ederek…
Bu zihniyetin tortularıyla mücadele ediyoruz bugün.
Bundan uzun yıllar önce, Avrupa Birliği henüz Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olduğunda, “AB karşıtlarının” sıklıkla dile getirdiği slogan; “onlar ortak, biz pazar” sloganıydı.
O günden bugüne çok şey değişti. Türkiye büyüdü. Büyüdükçe özgüveni de büyüdü. Gücü de büyüdü. Ufku da büyüdü. Namı da büyüdü.
Geçmişin “hasta adamı” bugün korkutan, korkulan bir ülke haline geldi. Türk filmlerindeki o klişe gibi, “bir zamanlar fakir ama gururlu bir çocuk vardı…” hikâyesi gibi, “bir zamanlar hasta ama hiçbir zaman sömürge olmamış bir adam vardı…”
Evet, o hasta adam, artık yatağından doğruluyor.
“Onlar ortak, biz pazar” sloganı yerine, biraz da “onlar pazar, biz ortak” olalım diyebiliriz, diyelim de.
Türkiye bugün dünyanın onyedinci, Avrupa’nın altıncı büyük ekonomisi. Son yıllarda, Türkiye’nin yükseliş öyküsü anlatılırken, bu rakamlar o kadar çok zikredildi ki, ezberlemeyen kalmamıştır herhalde.
Ama sıralamayı ezbere bilmek işten değil. Türkiye’nin önünde yer alan ekonomilerin ne üretip de Türkiye’nin de önünde yer aldığını bilmek de gerek.
Dünya genelini; Amerikan, Japon, Güney Kore, Rus, Hindistan, Çin vs gibi gelişmiş ülkelerin üretimlerini şimdilik bir kenara bırakalım, meseleyi kısa keselim, sadece Avrupa’ya bakalım…
Dedik ya, Türkiye Avrupa’nın altıncı büyük ekonomisi; ilk beş ekonomi ise şunlar: Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya…
Avrupa’nın bu beş büyük ekonomisinin ortak bir özelliği var; hepsi kendi araba markalarını üretiyor ve dünya pazarlarına sunuyor.
Almanya Mercedes-Benz, BMW, Audi, Volkswagen, Opel, Porsche Smart gibi çok sayıda araba markasına sahip. Türkiye’de en çok da Alman arabaları satılıyor; bir tanesinin bile Türkiye’de üretilmediği Alman arabaları…
Fransız arabaları malum… Peugeot, Renault, Citroen, Dacia…
İngiliz arabaları da öyle: Lotus, Jaguar, Land Rover (İngiltere/Amerika - 2008 de Hindistan aldı), Mini (2001’de Almanya BMW aldı).
İtalyan arabalarını bilmeyen yok: Alfa Romeo, Ferrari, Fiat, Lamborghini, Maserati…
İspanya “Seat” marka araba üretiyor ve Türkiye’de satıldığı gibi, bilhassa Latin Amerika pazarlarında çok yaygın…
Evet, benzinli, mazotlu, likit gazlı araba üretimi devrini kaçırmış olabiliriz, ama dünya otomobil üretimi yeni bir alana yayılıyor; elektrikli ve hibrit model araçlara…
Dünyanın en büyük 17’nci (bazı kriterlere göre 16’ncı), Avrupa’nın en büyük 6’ncı büyük ekonomisi olmanın ötesine çıkmak istiyorsak o arabayı üretmek zorundayız.
O arabayı üreteceğiz. Milli ve yerli olanı…
O arabayı üreteceğiz ve bütün dünyaya “onun arabası var, güzel mi güzel, bastı mı gaza, gider mi gider” şarkısını söyleteceğiz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.