İngiliz “The Times” gazetesi Soçi’de geçen günlerde gerçekleşen üçlü zirveyi 1945’teki Yalta Konferansına benzeterek “Putin’in Yalta Konferansı” olarak nitelendirdi. Sovyet Lideri Stalin, ABD Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill arasında, SSCB Yalta’da gerçekleşen konferansta, Polonya topraklarının shift edilmesi/değişimi, Almanya’nın bölünmesi ve Sovyetlerin Japonya’ya savaş ilan etmesi hususları müzakere edilip karara bağlanmıştı.
Rusya Federasyonu-Soçi’de gerçekleşen üçlü zirvede ise Suriye/Orta Doğu Meselesi masaya yatırılıp bazı ortak kararlara varıldı. Rusya’nın önceliği Suriye’deki ağırlığının korunması ve ABD etkisinin azaltılması yönünde iken, Türkiye’nin önceliği ise PKK’nın uzantısı olan PYD/YPG koridoru oldu.
Esasen, Türkiye’nin 2011 yılından beri Suriye’de izlediği politikanın, daha 2011 Eylül ayından itibaren pek işlemediği, farklı bir seyir takip etmeye başladığı görüldü. Ağustos ayından itibaren Suriye üzerinden oluşmaya başlayan Rusya-İran-Çin mihveri hadisenin rengini, gidişatını değiştirdiği gibi, ABD’nin geliştirdiği ajandaların da zamanla farklılaşması, ÖSO’nun gelişme gösteremeyip, Cebhetu’n-Nusra ve ardından DAEŞ’in devreye girip Rakka ve çevresinden başlayarak alan hakimiyeti sağlaması, Esed’in de desteği ve çözüm sürecinin sağladığı elverişli ortam üzerinden, PYD koridorunun oluşması; Suriye’yi bir kaos sarmalına mahkum ettiği gibi, Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkelerini olumsuz yönde etkiledi. 600.000’i aşkın can kaybı, 10 Milyonu aşkın bir nüfus göçü, mülteci akını, DAEŞ faktörü ve PYD’nin oluşturduğu ABD destekli Siyonizm koridoru.. Tüm bu hadiseler zinciri karmaşık bir denkleme yol açtı. Bölgede kaos öngören Evangelist, Armageddoncu çevrelerin öngördüğü/arzu ettiği şekle dönüştü. Hadiseler bu şekle dönüşmüşken, Türkiye’de belirlenen anlamsız bazı sabiteler üzerinde çok uzun süre ısrar edilmesi, bu yönde direnç gösterilmesi, krizi çok daha derinleştirdiği gibi olayların başında hiç öngörülemeyen ABD destekli PYD koridoru kalınlaştırılarak, eni sürekli genişletilerek takviye edildi. Irak bölgesel Kürt Yönetiminin Referandumu ise hadiseleri Kürt sorunu merkezli olarak daha da hassas bir noktaya getirdi
Süregelen bu hadiseler, Türkiye’nin Suriye’de ve güneyinde Kürt sorunu merkezli bir hassasiyet sergilemesine sebebiyet verdi. Soçi’de Türkiye’nin önceliği bu merkezde temerküz etti. Ancak bu hassasiyet ve bu çerçevede iç politikaya yansıyan keskin söylemler/dil, kabartılan milliyetçilik Türkiye içinde PKK’nın/Stalinist örgütün Hendek/Özyönetim/Devrimci Halk Savaşı başlatma fantezisi/kepazeliği karşısında bölge halkının çatışmadan değil, barış ve birlikten yana yönelen tavrını ciddi boyutlarda tehdit eden, aşındıran bir düzeye ulaştı. Türkiye’nin öncelikler konusunda uzun vadeli olmaktan ziyade, çok daha konjonktürel, anlık reflekslere, tehevvüre dayalı bir tutum içine girmesi, bu önceliklerin giderilmesi sürecinde, başka onulmaz faturalara, zarar/ziyana sebebiyet vermektedir.
DAEŞ’le mücadele bahane edilerek ABD’nin siyasi ve silah desteğini almış PYD/Siyonizm koridorunun sadece Türkiye’yi değil tüm bölgeyi, bölgede, İslâm’ın merkez coğrafyasında İslâm Dininin/Dinimizin geleceğini de tehdit ettiği açık. Ancak bunun oluşmasında, Suriye üzerinde yılarca ısrar edilen bir politikanın da olabildiğince zemin açtığını da unutmamamız icab eder. Cerablus’a kadar bir hat üzerinde oluşup, artık Rakka’ya da sarkan PYD/Siyonizm koridorunun paralize edilmesi şart. Ancak bu koridor oluşturulurken, Türkiye’ye göç eden 7000-750.000 ve Irak Kürt bölgesine sığınan/ilticâ eden 400.000 civarındaki Suriye Kürdü unutulmamalı. Türkiye’nin PYD/Siyonizm koridoru konusundaki haklı hassasiyetini dile getirirken, gerek Türkiye’deki gerekse Irak Kürt bölgesindeki bu Suriyeli Kürt mültecileri gündeme getirmemesi, adeta göz ardı etmesi son derece garip.. Türkiye’nin bu Kürt mültecileri neredeyse gündeme getirmemesi; Irak Bölgesel Kürt yönetiminin referandumu ile zirveye çıkan ötekileştirici/abartılı/yaralayıcı milliyetçi dil; Son Anayasa Referandumunda bölge halkının/Kürtlerin teveccühüne rağmen, Türkiye’nin elini zayıflatmaktadır.
Son iki asırdır, Kuzey Atlantik’in bir araya gelen iki yakası, Balkanlar, Kafkaslar, Ön Asya ve Küçük Asya’nın, Orta Doğu’nun, Yakın Doğu’nun, İslâm Dünyasının yakasını bir araya getirmemeye ahd etmiş durumda. Orta Doğu ve İslâm Coğrafyasının içinde bulunduğu içler acısı durum herkesin malumu. İki kutuplu dünya sisteminin çözülmesi, Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından, 90’lı yıllardan itibaren konsept değiştiren Batı/Kuzey Atlantik İttifakına yeni oluşan Rusya-Çin-İran Mihveri eklendiğinde, bu mihverin Orta Doğu’daki etkisi görüldüğünde vaziyet daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüşüyor. Yine bu mihverin, özellikle Rusya’nın Balkanlar ve Kafkaslardaki muhtemel etkisi bu bölgelerde de dengelerin değişimine yol açacaktır. Özellikle Türkiye’nin gerek Balkanlardaki gerekse Kafkaslardaki bundan sonraki faaliyet seyrine ciddi etkisi olacaktır.
2001’de Afganistan’ın, 2003’te de Irak’ın ABD öncülüğündeki Batılı koalisyon güçlerince işgali, bölgeyi, Batılıların deyimiyle “Genişletilmiş Orta Doğu”yu yeni bir karanlık safhaya soktu. 2011 yılındaki “Arap Baharı” serüveni ise, kısa zamanda “Hazan”a dönüşerek krizleri katmerleştirdi. Burada, eski “Düvel-i Muazzama” olan Batılı Dev Güçlerin, güç odaklarının bölgede 20. Yüzyılın başlarında çizdikleri haritaları yeniden çizmeye yönelik projelerini uygulamaya çalışmalarının oluşturduğu ağır sancıların, yaşanan trajedileri zirveye çıkardığı müşahede edilmektedir.
Sovyetler Birliği/SSCB dağıldıktan sonra Kuzey Kafkasya ve Rus Federasyonuna büzülen Rusya’nın Vladimir Putin döneminde geliştirdiği atılımlarla denkleme, hem de Ortadoğu’nun göbeğinde, 70’li yıllardan daha aktif bir şekilde, Suriye’de askeri operasyon yapacak surette dahil olması krizi iyice tırmandırdı. Yanı sıra, İran’ın nüfuz alanının, özellikle Afganistan ve Irak’ın işgali sonrasında olabildiğince Akdeniz’e ve Babu’l-Mendeb’e, San’a’ya doğru genişlemesi; Suudi Arabistan’la olan rekabetinin bölgeyi kaplayacak bir hale gelmesi söz konusu.. Suudi Arabistan’daki Veliahd Prens eliyle gerçekleştirilen son saray darbesi ise, Arabistan’da dengeleri alt üst eden bir nitelik kazandı.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.