Gündeme dair

04:004/11/2017, Cumartesi
G: 18/09/2019, Çarşamba
Müfit Yüksel

Artık gerek ülkemizde ve gerekse çevremizde yetişilmesi zor hızla akan, çok değişken bir gündemle karşı karşıyayız. Artık ülkelerin kendi çevrelerinde meydana gelen hadiselere seyirci kalamadığı, “bize ne” diyemediği bir ortam içindeyiz.Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetiminin Bağımsızlık yönündeki referandum kararı ve referandumu bölgeyi oldukça hareketlendirip gündemi iyece ısıttı. PYD/Siyonizm koridorunun oluşumu, ABD’nin Suriye’deki müttefiki haline gelen PYD/YPG’nin Rakka’ya girmesi tüm bunların

Artık gerek ülkemizde ve gerekse çevremizde yetişilmesi zor hızla akan, çok değişken bir gündemle karşı karşıyayız. Artık ülkelerin kendi çevrelerinde meydana gelen hadiselere seyirci kalamadığı, “bize ne” diyemediği bir ortam içindeyiz.


Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetiminin Bağımsızlık yönündeki referandum kararı ve referandumu bölgeyi oldukça hareketlendirip gündemi iyece ısıttı. PYD/Siyonizm koridorunun oluşumu, ABD’nin Suriye’deki müttefiki haline gelen PYD/YPG’nin Rakka’ya girmesi tüm bunların üzerine gelen referandum hadisesi kılıçları keskinleştirdi. Barzani idaresi, referandum yaptırarak ölümcül bir hataya imza atmış oldu. Hem kendisi ve Kürtler hem de Türkiye ve bölge açısından oldukça sancılı bir süreci tetikledi. Cereyan eden hadiseler bağlamında gelişen Türkiye-İran-Bağdat yakınlaşması bölgede dengelere yeni bir müdahale olarak devreye girdi. Kerkük’e giren Irak Ordusu ve Haşd-i Şa’bi gibi paramiliter güçler Erbil yönetimini 2013 sınırlarına geriletti ve halen de çeşitli mıntıkalarda çatışmalar sürüyor. Barzani ise bölgesel yönetim başkanlığını bırakma kararı aldı. Habur sınır kapısı üzerinden ABD’nin devreye girmeye çalışması daha da karmaşık bir yapıya yol almasının önünü açmaktadır.

Yaşanan süreç, milliyetçilik duygularını kabartıp keskinleştirdi. Kutuplaşma ve nefreti artırdı. Türkiye’de çözüm sürecinin Hendek/özyönetim kepazeliği ile iyice akamete uğraması, PYD koridoru, ardından referandum milliyetçilik üzerine kutuplaşma/keskinleşmeyi zirveye çıkardı. Öncesinde, PKK vb. Örgütleri ve örgütlü yapıları suçlayan hedef alan bir kısım çevreler artık neredeyse ayırım yapmadan tüm Kürtleri hedef alma yönüne gideren keskin bir dil kullanmayı tercih ettiler. 35-40 milyon arası nüfusa sahip Müslüman bir topluluğu böyle bir dille hedef almak bölge ve Ümmet için çok tehlikeli bir süreçtir.

Öteden beri Kürtler adına hareket etme iddiasındaki siyasal örgütlenmelerin, Kürtlerin kitlesel halk olarak dindarlıklarına karşın, katı seküler oldukları bilinmektedir. Eskiden Sovyetler ve Anglo-Saxon destekli, bugün Batı destekli bu örgütlenmelerin bu destek ve silah gücü ile Kürtler üzerinde tahakküm kurdukları da bilinmelidir. Kürtler adına hareket ettikleri iddiasındaki bu siyasal örgütler/örgütlenmelerin son 30-40 yıl içinde geç kalmış ulus-devlet kurma hayali vaad ederek aslında Kürt halkının biriken enerji/potansiyel ve dinamizmini hoyratça tüketip heba ettikleri görülmektedir. Bu siyasal örgütlenmeler her defasında, “ille de ulus-devlet” söylemi/çıkmazı ile Kürtleri felaketten felakete sürüklüyorlar. 20. Yüzyıl başlarında Anglo-Saxon iradenin oluşturduğu ulus-devletler ise geçen yüzyıldan beri Kürtleri kendileri için sürekli tehdit olarak algılamaktan, Kürt siyasi hareketlerinin eylemlerinin faturasını Müslüman Kürt halkına çıkarmaktan geri durmamışlar ve katliamlara başvurmaktan çekinmemişlerdir. Enfal operasyonları ve Halepçe katliamı bunun zirve örnekleriydi.

Halbuki, Kürtler bu bölge ve coğrafyanın artık en dinamik ve enerji dolu topluluğudur. Tüm bir bölgenin öncüsü olabilecek ve değişim/dönüşümleri dinamize edecek bir potansiyele sahiptir. Kimlikleri üzerinde son yüzyılda,ulus-devletlerin kurulduğu toplulukların enerji ve potansiyeli, hatta kredileri bu ulus-devletler tarafından bir hayli tüketildi. Ulus-devlet tecrübesi/dönemi bu toplulukları olabildiğince yorup bitâb düşürdü. Ulus-Devletlerin söyleyecek sözleri kalmamıştı. Kürtler ise, ulus devletlerin baskılarına, hatta Halepçe katliâmı gibi katliâmlara, trajedilere maruz kalsa bile, kimliği/kredisi ve enerjisi kullanılmadığı için son dönemlere değin tüketilememişti. Anadolu/Küçük Asya ve Orta Doğu’da sözü olabilecek bir topluluk olarak kalmıştı. Ancak, PKK/Kandil vb. seküler Kürt Siyasi/ideolojik örgütlenmeleri Kürtlerin bu enerji ve potansiyelini ecnebi lobilerinin, düvel-i muazzamanın desteği ile geç kalmış, anlamsız ulus-devlet hayalleri ile hapsetmekte ve ideolojik şiddet sarmalında tüketmektedir.

Referandum kararına kadar, Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin Türkiye ile müttefik olduğu ve Ekonomik vs. alanda Türkiye’nin bölgeye muzahir olduğu da bilinmektedir. Türkiye’nin Erbil başta olmak üzere bölgedeki ekonomik-ticari yatırımları, Kerkük Petrolünün Bölgesel Kürt Yönetimi eliyle Türkiye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılarak uluslar arası piyasaya sürülmekteydi. Diğer yandan bölgesel yönetim kontrolündeki Habur sınır kapısının Türkiye’den Irak’a açılan tek sınır kapısı olması da Erbil yönetimini ekonomik-ticari anlamda ayakta tutan en önemli hususlardı. Başika’da Türkiye’nin askeri üssü de bu birlikteliğin askeri ayağıydı. Ecnebilerin telkini ile referandum kararı ve oylama tüm bu dengeleri sarstı.

Oysaki, IKYB’nin konumu referandumdan önce çok daha iyiydi.
Bağdat şehri harap bir haldeyken, yatırım yapılmazken, asayiş sorunu varken, hemen hergün bombalar patlarken; Erbil, Duhok, Zaho ve Süleymaniye gibi şehirler/merkezler bölgesel ve küresel bir çok yatırımlarla sürekli genişleyen, gelişen, asayişin, güvenliğin büyük oranda sağlandığı şehirler ve merkezlerdi Bu şehirler uzun süredir şantiyelere dönmüştü . 20. Yüzyılda Ulus-devlet kuramamış olma ukdesi ile deliye dönülmemeliydi. Bu ukde ile hareket edilmemeliydi. Özellikle, Türkiye ile ciddi bir ekonomik bağlantıları mevcuttu. Artık, Türkiye’nin ekonomik uzantısı gibi idi. Erbil’e direk uçuşlar vardı. Pasaportlar oradan mühürleniyordu, vize yoktu. Pasaportlara vurulan damgalar da federal yönetime aitti., merkezi yönetime, Bağdat’a değildi..
Kısacası zaten bağımsızlıktan çok daha iyi durumdaydı. . Bu durumların tümü göz ardı edilerek “ille de resmi bağımsız ulus-devlet” denilerek
böyle bir ölümcül maceraya girildi ve bu maceradan tamamen zararlı çıkıldı.
En çok zararı da bu ölümcül/yanlış karara imza atan Barzani ve tüm bölge halkı gördü.

Afganistan ve Irak’ın ABD tarafından işgali ile , İran’ın nüfuz alanının genişlemesi yönündeki engeller kalkıp, doğuya ve batıya doğru iyice açıldı. Bugüne gelinen süreçte, Bağdat, Şam, Beyrut ve San’a gibi önemli Orta Doğu başkentleri İran’ın nüfuz alanı kapsamına girdi. Bu nüfuz alanı genişlemesi bölgede Mezhep gerilimini, İran-Suudi Arabistan kutuplaşması ekseninde had safhaya tırmandırdı. Arap Baharı/Hazanının felakete/kaosa yol açan seyri ve Kürt sorunun başat olarak denkleme dahil olması daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmesine yol açtı. 2011’den itibaren geçen yıla değin süren Suriye politikası tüm bu olaylara adeta elverişli bir zemin hazırladı. DAEŞ terörünün ortaya çıkması, gelişip alan hakimiyeti kurması, PYD/Siyonizm koridorunun hızla oluşmasının zemini haline gelmesi, Suriye politikasının Türkiye’nin Irak ve Kürt politikasını ciddi anlamda etkilemesi çok karmaşık, içinden çıkılmaz bir denklemin oluşmasına sebebiyet verdi. Barzani’nin referandum kararında, geç kalmış ulus-devlet kurma heves ve ihtirası temel teşkil etse bile, Türkiye’nin, neredeyse geçen yıla kadar süren, Suriye politikasının Irak politikasına yansımasının da etkisi büyük. Bu yansıma, Türkiye’nin Bağdat’la gerilim içine girmesine neden olduğu gibi, Erbil-Bağdat ilişkilerini de adeta kopma noktasına getirdi. Tüm bu faktörler bir arada değerlendirilmelidir.

Gelinen süreçte, referandum’un, bir daha asla gündeme gelmeyecek şekilde, geçersiz sayılması, tamamen iptal edilmesi elzemdir. Ardından, çatışmaların, akan kanın durdurulması, yükselen milliyetçilik dalgasının, ırkçı söylemlerin durdurulması, ülkenin ve bölgenin barışı için, Ümmet Muhammed’in (S.A.V) maslahatının gözetilmesi, hepimizin vazifesidir

#Suriye
#Irak
#PYD
#PKK
#Habur
#Barzani