Çözüm sürecinin sağladığı çatışmasızlık ortamının getirdiği huzura o kadar alışmıştık ki, PKK'nin ateşkes bitmiştir ilanıyla başlayan süreç Türkiye halkını eskisinden de çok üzdü. Terörün çok sayıda cana mal olduğu Türkiye'de PKK pek çok kez eylemsizlik ilan etmiş, ardından tekrar çatışmaları başlatmıştır. PKK'nin aldığı eylemsizlik ve çatışma kararlarının çoğu, bölgesel dengelerin nasıl şekillendiğiyle doğrudan alakalıdır. Türkiye'de aydınlar, PKK'nın faaliyetlerini uzun yıllar demokratik haklar bakımından okumaya çalışsa da bu sadece kısmen doğrudur. Kürt meselesi bölgede bir oyuncu olmak için çabalayan PKK için başarılı bir kalkan vazifesi görmüştür.
Örneğin 2003'te ABD'nin Irak'ı işgaliyle bölgedeki dengelerin değiştiğini gören örgüt, eylemsizliğe son vermişti. AK Parti'nin iktidara gelmesi ve örgütün çatışmaları yeniden başlatması neredeyse eş zamanlıydı. 2004-2010 yılları şiddetli çatışmalarla geçmişti. Bir yandan içeride vesayet düzeniyle mücadele eden Ak Parti, 2005'te sinyallerini verdiği Demokratik Açılım'la 2009'da hem bu kalkanı kırmak hem de Kürtlerin meşru hak taleplerini yerine getirmek için o güne kadarki en büyük adımı atmış; ancak hem PKK hem de çözümü ve barışı istemeyen diğer unsurlar tarafından sabote edilmişti.
PKK 2010 yılında aldığı eylemsizlik kararını, yılsonunda Arap Baharı'nın başlamasıyla 2011 genel seçimlerine kadar uzattığını duyurmuş, bu süreçte bölgedeki dengelerin nasıl değişeceğini izlemeyi doğru bulmuştu. Lakin seçimlerden önce, 4 Mayıs 2011'de o dönemde başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim otobüsüne yapılan saldırı, bu sürecin fazla uzun sürmeyeceğini göstermişti. BDP, 2011 genel seçimlerinde büyük başarı göstermiş, 36 milletvekiliyle mecliste o güne kadarki en yüksel sandalye sayısına ulaşmış olsa da, PKK eylemsizliği sonlandırarak karakol basma, yol kesme, adam kaçırma gibi eylemlerine geri dönmüştü. Aynı dönemde DTK Diyarbakır'da özerklik ilan etmiş, PKK Ağustos ve Eylül aylarında şiddeti artırmaya devam etmişti. Ve en nihayetinde, 17 Ağustos'ta Hakkari'de askeri konvoya düzenlenen kanlı saldırı sonrası TSK Kandil'deki PKK kamplarına hava saldırılarını başlatmıştı.
Ancak o süreçte süregelen KCK davalarının, yargıdaki Gülenci yapılanma tarafından Ergenekon ve diğer davalarda olduğu gibi, bir paralel devlet yapılanması yargılamasından düşünce suçlamalarına dönüştürülerek rayından çıkarılmasıyla kamuoyunda oluşan rahatsızlık PKK için bir kez daha kalkan olmuştu. Önce Uludere, hemen bir buçuk ay sonrasında yaşanan 7 Şubat 2012 MİT krizi, Ak Parti hükümetinin arkasına saklanan Gülenci yapılanmanın gizli ajandasının farkına varılmasına neden olmuş, ancak öte yanda PKK'ya karşı alınan başarının üzerine gölge düşürmüştü.
Bu gelişmeler sonrası yeniden Kürtlerin mağduriyetini kalkan yapan PKK, Arap Baharı'ndan esinlenerek bir 'Kürt Baharı'nın başlamak üzere olduğunu dillendirmeye başlamıştı. O süreçte Arap Baharı Suriye'de Esad rejimini ciddi manada köşeye sıkıştırmış, o güne kadar Kürtlere vatandaşlık hakkı dahi tanımayan Beşar Esad, İran'ın verdiği tavsiyeyle, Rojava (Batı Kürdistan) olarak adlandırılan bölgeden çekilerek burayı PKK'nın Suriye kolu olan PYD'ye bırakmıştı. Rejimle yapılan anlaşması sonrası ilan edilen kantonal özerkliği 'devrim' olarak adlandıran PYD, bu bölgede önce kendi tek parti düzenine karşı Kürt siyasi unsurlarını temizleyerek bu bölgede Suriyeli muhaliflere destek veren bir harekete izin vermeyeceğini göstermişti. O dönemde on binlerce Kürt, Kuzey Irak'a kaçmak zorunda kalmış, Barzani yönetiminin ve Ankara'nın uyarılarına rağmen PYD bu uygulamalarına devam etmişti.
Rojava'da yaşanan gelişmelerin paralelinde ilan edilen Çözüm Süreci, hem kalıcı barış için uzatılan son çubuk hem de Suriye'de yaşanan gelişmelerin sonucunda Türkiye'nin güneydoğusunda başlatılabilecek ayrılıkçı bir ayaklanmanın önüne geçmek için yapılan stratejik bir hamleydi. Bir başka deyişle, İran'ın Rojava hamlesine karşılık, Türkiye'nin hamlesi Çözüm Süreci olmuştu; çözüm savaşın yerine barışta, kanın yerine demokraside aranıyordu.
Çözüm sürecinin hemen ardından başlayan ve zamanla 'PKK neden silah bırakıyor? Ne aldınız ki barışıyorsunuz?' şekline bürünen ilk eleştiriler, Öcalan'ın 'İslam Birliği' ve 'Misak-ı Milli' vurgularından kaynaklanan rahatsızlık, şüphesiz çözüm süreci hamlesinin bölgedeki dengeleri nasıl değiştireceği hesaplanarak yapılıyordu. Ardından çokça duyduğumuz, “PKK'den boşalan yeri hangi örgüt dolduracak?” sorularının nedeni ise kısa bir süre sonra ortaya çıkacaktı. 2013'te Gezi kalkışmasına ve 17-25 Aralık'a Öcalan'ın frenlemesiyle destek vermeyen PKK, çözüm sürecinin başladığı günlerde sahneye çıkan IŞİD'in 2014'te Kobani'ye saldırmasıyla hem güçlenmiş hem de Batı medyası tarafından parlatılmış bir şekilde geri dönecekti. 6-7 Ekim Kobani olaylarından sonra zaten devrilmesi an meselesi olan çözüm süreci masası, İran-ABD arasındaki nükleer anlaşmasının sonucunda bölgedeki dengelerin bir kez daha değişiyor olmasıyla PKK tarafından hızla yıkıldı. Aynı süreçte Türkiye ABD'yle
IŞİD'e karşı mücadele anlaşmasını imzalayarak iki cephede iki terör örgütüyle savaşmaya başladı.
Bugün bir taraf Ak Parti'yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Çözüm Süreci'ni başlatmakla, öteki taraf bitirmekle suçluyor. Dün sürecin karşısında duran isimleri, bugün yanındaymış gibi davranırken görüyoruz. Bunların nedenlerini sorgularken bölgesel dengeleri gözeten ve Türkiye'nin dışındaki aktörlerin çıkarına hizmet edenlerin reflekslerini göz önünde bulundurmadan yapılan çıkarımlar hiç de sağlıklı olmayacaktır. Çö züm Süreci, 2012'de başlaması muhtemel bir kalkışmayı iki yıl ötelemiş, aynı zamanda PKK'ye son bir şans tanımıştır. Öte taraftan da, eski devlet politikalarının aksine bir tavır takınarak PKK'nın Kürtlerin mağduriyetlerini kendine kalkan yapmasının önüne geçmeye çalışmıştır. Bugün olanlar 2012-2013'te yaşansaydı PKK ayrılıkçı savaşında belki başarılı olabilirdi ancak, mutlak barış ve gerçek manada atılan çözüm söz konusu olduğunda nasıl davrandıklarını herkes gördüğü için, bu sefer bunun imkanı yok. Düne kadar barış için her şeyi denemiş olan Ak Parti'ye düşen, bunu toplumun her kesimine en iyi şekilde anlatmak.