27 Ekim tarihli ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesi oturumunda Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, General Joseph Dunford ve Savunma Bakanı Ashton Carter'ı bir güzel fırçalamıştı desek abartmış olmayız herhalde. Graham Rusya'nın, İran'ın ve Hizbullah'ın Esad rejimini koruduğu bir ortamda Suriye halkının nasıl olup da kaderine terk edilebildiğini, 250.000'den fazla kişiyi kaybetmiş olan insanların hangi nedenle Esad'la mücadele etmekten vazgeçip sırf ABD öyle istiyor diye IŞİD'le savaşmaya öncelik vereceğini sorarken, Suriyelilerin IŞİD'den de Esad'dan da kurtulmak istediğini anlamanın hiç de zor olmadığını, tam da bu yüzden IŞİD'le mücadele ederken Esad'a karşı çözümün politik olamayacağını tane tane anlatırken, Dunford ve Carter'ın yüzlerindeki ifade, dönem ödevini yapmayıp aylaklık etmiş lise öğrencilerinin öğretmenlerinden hayat dersi alırkenki haline benziyordu. Graham, Esad rejimine karşı masada askeri bir planı olmayan Obama yönetimini, Suriye'yi İran ve Rusya işgaline teslim etmekle suçluyordu. Ve haklıydı da.
İçeride ve dışarıda bu ve buna benzer yüzlerce eleştiriye rağmen Obama yönetimi, Suriye için gerçeklere sırtını dönmeye uzunca bir süre devam etti. İran'dan sonra Rusya da Suriye sahasında yerini alırken, Obama yönetimi rahatlıkla Rusya'yla anlaşma zemini bulabildi. Rusya, müzakere masasında rejimin elini güçlü kılmak için neredeyse IŞİD hariç herkesi vururken, Obama yönetimi hala, kemik çerçeveli gözlüklerini itip ve üstünden düşen pantolonu yukarı çeken bir hipster (hippi) genişliğiyle, buradan diplomatik bir çözüm bulabileceğini zannetmekteydi.
Nitekim okuduğu lisenin zorba (bully) çocuğu rolünü Washington'ın bıraktığı geniş alanda uzunca bir süredir keyifle oynayan Rusya, Suriye'de güçlü bir askeri varlık oluşturmuş ve IŞİD'le mücadele bahanesi altında rejimin karşısında olan muhalif unsurları ve sivil yaşam alanlarını bombalarken, Paris saldırılarının da gündemi elverişli hale getirmesiyle, Viyana'da Suriye için bir 'barış planı' hazırlandığı anonsu yapıldı bile. İlginçtir, ne muhaliflerden ne de rejim kanadından kimse yoktu 17 ülkenin dışişleri bakanları ve BM, AB gibi yapılardan diplomatların katıldığı bu toplantılarda. '6 ay içinde başlayacak geçiş süreci ve 18 ay sonra özgür ve adil seçimlerin yapılacağı ilanının' dışında planın nasıl işleyeceğine dair bir yol haritası da açıklanmadı. Öyle ya, Suriye nüfusunun yarısı yaşadığı toprakları terk etmiş, içeride ve dışarıda sığınmacı konumuna gelmişken 18 ay sonra Suriye'de nasıl seçim yapılacak sorusu geliyordu herkesin aklına ama buna ilişkin bir cevap yok ortada hala.
Hal böyle olunca, toplantı sonucunun laftan ibaret olduğu düşüncesi hasıl oldu pek çok kişide. Medyanın mikrofon uzattığı muhalif sesler, Esad'lı bir günü bile kabul etmeyeceklerini söylediler elbette. Esad ise geçen hafta bir İtalyan televizyonuna verdiği röportajda “Suriye'yi işgal eden teröristler mağlup edilmeden hiçbir şey başlayamaz,” dedi kendinden beklenen bir şekilde.
Esad'ın teröristten kast ettiği salt IŞİD değil malumunuz, ona göre rejime karşı gelen herkes radikal ve terörist. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov da dün, Türkiye tarafından sınırı ihlal etmesi nedeniyle düşürülen Rus uçağı konusunda yaptığı açıklama sırasında, “teröristlerin listesi tamamlanmadan Viyana süreci devam etmez” şeklinde konuştu. Bu açıklamalar bir kez daha gösteriyor ki, IŞİD'i bir yana bırakın, Esad destekçisi cephe Nusra'yla bile yetinmeyecek ve Ahrar başta olmak üzere muhaliflerin önemli bir kısmını o listeye dahil etmeden masada sözüm ona mutabık kalınan planla ilgili bir adım dahi atmayacak.
Rejim yanlılarının bu ayak oyunlarının Obama yönetiminin pek de umurunda olmadığıysa uzun zamandır aşikar. Obama, 2016 ABD Başkanlığı seçimlerine kadar, Suriye'de taşın altına elini koymamayı başarıp tarihe güya 'savaş karşıtı-barış yanlısı' bir başkan olarak yazılmayı istiyor ama bu hipster şımarıklığı, milyonlarca insanın sefalet içinde yaşamasına sebep olduğu gibi, ABD'nin uğruna milyar dolarları gözden çıkardığı 'IŞİD'le mücadele' planına ters bir şekilde IŞİD terörünün ateşine odun taşıyor.
ABD'nin yeni nesil hippi yönetim tarzı nedeniyle meydanı boş bulup yeni zorba rolüne soyunan Rusya da, dün Ukrayna'da kazandığı özgüvenle bugün Suriye'de yeni emperyalist rolünde oyun kuruyor. Bu sırada kimsenin tavuğuna 'kışt' demeyeceği düşüncesinin verdiği rahatlıkla kah Türkmen dağını vuruyor kah İdlib'i ve rejim güçleriyle Şii milislere alan açıyor.
Tam da böyle bir ortamda gerçekleşti Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkmen Dağı'nı hedef almak üzere havalanan Rus uçağını Hatay Yayladağı bölgesinde Türkiye hava sahasını ihlal etmesi nedeniyle müdahale etmesi. TSK Su24 tipi Rus uçağına beş dakika içinde 10 kez uyarıda bulunuyor ama pilotlar oralı bile olmuyor. Türk F-16'ları havalanıp sınırı ihlal eden uçağı vurarak düşürünce de Rusya'nın façası bir hayli bozuluyor haliyle. Herkese omuz atarak dolaşan, canının istediğine sataşan yeni kovboy kabara kabara volta atarken ayağı Türkiye'nin çelmesine takılınca yere düşüyor ve herkese rezil oluyor. Bu nedenle Rusya, komik tehditler savuruyor iki gündür, 'sırtımızdan bıçaklandık' türü saçmasapan açıklamalar yapıyor ama gerçek manada ikili ilişkileri bozmayı göze alamadığı için büyükelçisini geri çağırmak gibi işlere girişemiyor.
Ama olan bizim muhalefete ve muhalif medyaya oluyor tabi. Kimi kalkıyor iki ülke için savaş tamtamları çalıyor, kimi korkuyla eziklik arasında gidip geliyor, kimiyse Kadirov'a şapka çıkarttıracak şekilde kendi vatanına esip yağıyor. Bu gelişmenin Suriye konusunda pek bir değişikliğe yol açacağı yok aslında ne bölgesel ne de küresel manada, zira hipster hipsterlığından zorba zorbalığından uzunca bir süre daha vazgeçecek gibi görünmüyor. Ak Parti iktidarını ne şekilde olursa olsun devireceğim derken düne kadar ABD'ye yanaşıp yılışan bizim muhaliflerse oradan umudu kesti, bugün Rus ordusuna yazılıp silah altına girmeye hazırlanıyor.