1959'da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üyelik başvurusu yapması ve bu başvurunun 1963'te kabulüyle başlayan Türkiye-AB ilişkileri bugün yeni bir kırılmanın eşiğinde. 1980 darbesiyle dondurulan AET-Türkiye ilişkileri 1983'te çok partili seçimlerin yapılması sonrası yeniden başlamıştı. İlginçtir, ilişkilerin bugün bir kez daha donma noktasına gelmesinde, Avrupa'nın 15 Temmuz başarısız darbe girişimine karşı takındığı tutumun rolü büyük.
1987'de AB'ye resmen tam üyelik başvurusunda bulunan, 1996'da Gümrük Birliği'ne giren ve 2005 yılında AB'ye tam üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye, AB'nin süreci yavaşlatma ve gerekli fasılları açmama yönündeki tavrından uzun süredir rahatsız ve bunu her fırsatta dile getiriyor. Bugüne kadar Kıbrıs ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri gibi meselelerden kaynaklanan temel sorunlar, özellikle son üç yıldır, AB'nin Türkiye'ye yönelik tavrını daha da anlaşılmaz bir noktaya çekmesiyle sendelemeye başlamıştı.
2013 Gezi olayları sırasında, Türkiye'yi acımasız bir şekilde haklar ve özgürlükler açısından eleştirmeye başlayan, Erdoğan'ı da aniden diktatör ilan eden Batı'nın, Berlin'den Paris'e, İtalya'dan Yunanistan'a benzeri protestolarda nasıl sert yöntemler kullandığı malum. Ancak Gezi, Türkiye-AB ilişkilerinin aşağı yönlü gidişinde bir milat oldu. O günden bugüne AB, 17-25 Aralık'tan 15 Temmuz'a, Türkiye'nin mücadele ettiği terör örgütlerine sığınacak bir liman vazifesi görmeyi ve Türkiye'nin teröre yönelik politikalarını, kendi terör ve güvenlik faaliyetlerine bakmadan eleştirmeyi sürdürdü.
İlişkilerin bu noktaya gelmesinde kuşkusuz, Suriye'nin rolü büyüktü. 2013'te Obama yönetimi Suriye başta olmak üzere tüm Orta Doğu politikasını değiştirirken AB ülkeleri sorgusuz sualsiz Washington'ın peşine takılmayı tercih etti. Türkiye haliyle, Esad rejiminden ve yükselen terörden kaçan yüzbinlerce mülteciyle baş başa kaldı, tek başına sorunun kaynağına çözüm üretmesinin de önüne geçildi. Batı, ABD liderliğindeki koalisyon dahilinde önceliği Daiş'e verirken, Türkiye Suriye ve Irak'tan başlayarak önce bölgeyi ardından dünyayı kıskaca alacak terörün bir semptom, bir neden olduğunun altını çiziyor, sorunun kökenine yönelik bir çözüm öneriyordu.
Bu farklı yaklaşım, Türkiye'nin Batı tarafından medya aracılığıyla 'Daiş'e destek' şeklinde asılsız iftiralara dayalı haberlerle sıkıştırılmasına neden oldu. Diğer yandan da Batı, bir terör örgütünü, PKK'nın Suriye kolunu, Daiş'le mücadele adına müttefik olarak seçip meşrulaştırdı. Bu durum, elbette Ankara'yı çok rahatsız etti. Türkiye'nin güneyinde bir Kürt koridoru kurulmasına doğru gidecek hamle, PKK'nın cesaret bularak ülke içinde de ateşkesi sonlandırarak şehir savaşlarını başlatmasıyla sonuçlandı. PYD'ye Daiş'le mücadele için gönderilen silahlar, Türkiye'de PKK'ya taşınıyor ve burada kullanılıyordu. Diğer taraftan Avrupa başkentleri PKK'lılar için çadırlar kurup kara propaganda yaptıkları sığınaklar haline geldi. Aynı durum, FETÖ için de geçerliydi. Batı'ya kaçan FETÖ mensupları Türkiye'nin müttefiki Avrupa ülkelerinde inanılmaz şekilde hoş karşılanıyordu.
Gelgelelim, Türkiye'nin güvenlik çerçevesinde aldığı tedbirleri ve teröre yönelik mücadelesini temel hak ve hürriyetlere uygun bulmayan AB, Suriyeli mülteciler yüzlerini Avrupa'ya çevirdiğinde kendi güvenliği ve istikrarı için paniğe kapıldı. Dünyada milyonlarca insan 2. Dünya Savaşı'ndan beri hiç olmadığı kadar yardıma ve sığınmaya muhtaç hale düşerken oralı bile olmayan Batı'nın eğitimli ve ileri görüşlü liderleri, bir milyon mülteci kapılarında belirince 'AB çökebilir' diye endişelenmeye başladı. Bu nedenle kendilerini Türkiye'nin kapısında buluverdiler; vize serbestisi karşılığında Türkiye ile mülteciler için geri kabul anlaşması imzaladılar. Bunun yanı sıra, mültecilerin maddi yükünü neredeyse tek başına sırtlanan Türkiye'ye 6 milyar Euro'luk destek sözü verdiler. AB mültecileri gemilere koyup geri göndermeye hızla başladı başlamasına ama, ne taahhüt edilen yardım geldi ne de vize serbestisi hayata geçti. AB, bunun için önce Türkiye'nin terörle mücadele kanununda değişikliğe gitmesi noktasında inadına devam etmeyi tercih etti.
15 Temmuz kalkışmasında Batılı müttefiklerinin neredeyse hayal kırıklığına varan reaksiyonu ve sonrasında FETÖ'ye yönelik operasyonlara karşı AB'den gelen tepkiler, Türkiye için bardaktan taşan son damla oldu. Türkiye'de 15 Temmuz sonrası yükselen anti Amerikancılık ve Batı karşıtlığı, halkta da Batı ile arasındaki son duygusal bağların kopmasına neden oldu. Rusya ile düzelen ilişkilerin ivmesi arttı, Erdoğan'ın Türkiye'nin Şangay İşbirliği Örgütü'ne katılması yönündeki mesajları başta Çin ve Rusya olmak üzere tüm üye ülkelerden açıktan ve memnuniyetle karşılanır oldu.
Öte yanda ise, Batı cephesinde korkulan oldu. Brexit'le beraber İngilizler, İngiltere'nin AB'den ayrılmasına 'evet' dedi. Mülteci kriziyle tırmanışa geçen İslamofobi ve yabancı düşmanlığı, beraberinde terör saldırıları ve artan güvenlik önlemleri, AB üye ülkelerinde egemenlik ve dolaşım serbestisi sorgulamalarını beraberinde getirdi. Batı'da aşırı sağın yükselişi sürüyor ve ABD'de Donald Trump'ın başkan seçilmesinin ardından Fransa'da Marine le Pen'in Cumhurbaşkanlığı'na doğru koşuşu, paralelinde fransa'nın AB'den uzaklaşışı izleniyor; İtalya'da yaklaşan referandumun sonrasında İtalya'nın da AB'den kopacağı düşünülüyor.
Tüm bunlar olurken, Avrupa Parlamentosu bugün Türkiye ile ilgili
ve AB ile müzakerelerinin dondurulmasını görüşüyor. Çıkacak kararın bağlayıcılığı olmasa da, insan ister istemez, oturdukları camdan kulelerden avuçlarından kayıp giden AB'yi ve dünyanın halini göremeyip hala Türkiye'yi konuşaduran AB parlamenterlerinin haline bakıp 'ne olacaksa olsun, ne haliniz varsa görün' diyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.