Adalet en basit tanımıyla suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırmaktan ibarettir.İlave olarak, suçu olana işlediği suçla orantılı şekilde ceza verme ihtiyacını da buna ekleyebiliriz.FETÖ davaları bahsinden bir hatırlatma yapalım.Bu tür davaların‘en babası’olarak nitelendirebileceğimiz Sincan’daki Genelkurmay Çatı Davası’ndan 20 Haziran’da çıkan kararları, yargılama sürecinde gösterilen titizlikle bir arada düşündüğümüzde, adalet duygusunun gözetilmesi anlamında örnek bir yargılama faaliyeti olarak dikkate
Adalet en basit tanımıyla suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırmaktan ibarettir.
İlave olarak, suçu olana işlediği suçla orantılı şekilde ceza verme ihtiyacını da buna ekleyebiliriz.
FETÖ davaları bahsinden bir hatırlatma yapalım.
224 sanıklı davada bütün sanıkların durumu tek tek değerlendirildi, büyük bölümüne ağırlaştırılmış müebbet, ya da müebbet cezaları verildi.
27 sanık ise bütün suçlardan beraat etti.
Suçu olanı işlediği suçla orantılı şekilde cezalandırmak, suçu olmayanı ise, tereyağından kıl çeker gibi aradan çekerek adalet dağıtmak.
Bu hatırlatmayı son günlerde karşımıza çıkan birtakım tahliyeleri, ilgili olanla olmayan ayrımına girmeden yargı reformu paketiyle ilişkilendirerek, bu paketi itibarsızlaştırmaya dönük çabaları dikkate alarak yapmış bulunuyorum.
Malum, Adalet Bakanlığı, geniş bir konsensüs ortamı sağlayarak bir yargı reform paketi hazırlamıştı.
Barış Pınarı Harekatı’nın sıcaklığı içerisinde yeterince gündeme gelmemiş olsa da, bu paketin ilk ayağı Meclis gündemine geldi.
Bu iki başlık yargı reformu paketinin içinde yer alan iki önemli hedefe tekabül ediyor.
Düzenlemenin 12’nci maddesi ile ifade özgürlüğü kapsamında olduğu değerlendirilen bazı suçlara istinaf incelemesinden sonra üst mahkemede temyiz yolu açılmış oldu.
Daha iyi anlaşılacak şekilde konuyu biraz açalım:
Bu düzenleme yapılmadan önce aynı suçtan yargılanan iki kişiden biri, 5 yıldan daha çok ceza almışsa bu davaya Yargıtay, 5 yıldan daha az ceza aldıysa İstinaf Mahkemeleri bakıyordu.
Sorunu çözmek, çelişkileri gidermek için, bu türden temyiz yargılamalarında Yargıtay’ın tek söz sahibi olmasına karar verildi.
Ama öyle değil.
Meclis yargıyla ilgili bir karar almışsa, elbette bundan yararlananlar olabileceği gibi yararlanamayanlar da olacaktır.
Son günlerdeki tartışmalarla ilgili işin gerçeğini yansıtan nokta şurası:
Bazı mahkemeler, işi doğru yerinden tutarak Yargıtay’ın önüne gelecek dosyalarla ilgili, mağduriyete yol vermemek adına tahliye kararları verdi.
Örneğin, PKK ilişkili bir davadan yargılanıp 8 yıldan fazla ceza alan eski Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan’la ilgili gelişmeye bakalım.
Mahkeme, Zeydan’ın durumunu yargı paketiyle ilişkilendirerek tahliye kararı verdi.
Halbuki, düzenleme 5 yıldan fazla ceza alanlara dönük böyle bir imkan sağlamıyordu.
Nihayetinde savcının itirazı üzerine ilgili kişi tekrar tutuklandı.
Konuştuğum Adalet Bakanlığı yetkilileri, yeni düzenlemenin otomatik tahliye kapısını araladığı suçlamalarını net bir şekilde reddediyorlar.
Mahkemelerin yeni düzenlemeye göre ilgili kişilerin durumunu tekrar değerlendirmeleri, kanunda belirtilen suçlara tekabül etmesi halinde, mahkemenin de uygun görmesi durumunda, tahliye yolunun açılabileceğini ama yanlış yorumlarla hareket edilmemesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
Şu nokta önemli:
Durumu tahliye edilmeye elverişli olanlar için mesele, nihai karar için işi Yargıtay’ın inisiyatifine bırakma dışında bir anlam taşımıyor.
Kaldı ki, tahliye demek, otomatikman beraat anlamına da gelmiyor.
En başta, adalet suçlu ile suçsuzu ayırmalı, suç işleyenler de orantılı şekilde cezalandırılmalı dedik.
Birkaç yıl önce yaptığımız bir tv yayını sırasında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’den şöyle bir cümle işitmiştim:
Yargı reformu paketi hazırlanırken böyle bir hedefle yola çıkıldığını biliyoruz.
Bu iş, ucuz hesaplara kurban edilmemeli.