“Evrensel hukuka göre şiddeti öven, teşvik eden, yaygınlaştıran, insan onuruna yönelik hakaret elbette ki özgürlük değildir. Bunların dışında ifade özgürlüğü sınırlandırılamaz. Eleştirilerin de hiçbir zaman cezaya konu olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Mevzuatta böyle. Ama uygulamada bakıyorsunuz, üç hâkimli heyette bir hâkim farklı bakıyor. Yorum farklılığını üst mahkemeler değerlendiriyor. Reform paketinde ifade özgürlüğünün önünde uygulamalardan kaynaklanan engellemeleri kaldırmak için çalışma
Bu uzun alıntıyı, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün Hürriyet Gazetesi’ne verdiği demeçten yapıyorum.
Adalet Bakanlığı çevrelerinden edindiğim izlenim, yargı paketinin öncelikleri arasında ifade özgürlüğünün sınırlarını genişletmeye dönük adımların olacağı yönünde.
Somut bir bilgi vereyim.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7’nci maddesine şöyle bir ekleme yapılması öngörülüyor:
Terörle Mücadele Kanunu’nun 7’nci madde ikinci fıkrasının mevcut hali şu şekilde:
Yapılmak istenen düzenlemeyle ilgili fıkrayı birleştirdiğiniz takdirde, nasıl bir amaç güdüldüğü anlaşılabiliyor.
Haber verme ya da eleştiri düzeyindeki görüş beyanlarını, suç teşkil eden diğer söylem/eylemlerden ayırarak, kanunu uygulayan makamlara esneklik imkanı sunmak.
Meclis’ten bir kanun çıkmışsa, bunu uygulayanlar her daim kanun koyucunun meramını dikkate alarak hareket ederler.
Uygulayıcılar derken yargı makamlarını kastettiğimiz ortada.
Bir ülkenin içinde bulunduğu atmosferden en fazla yargı camiası etkilenir derler.
Bunun dışında Adalet Bakanı’nın da dile getirdiği gibi, uygulama farklılıklarından kaynaklanan sorunlar, toplumun adalet duygusunu zedeleyen sonuçlar üretebiliyor.
Bakan Gül, şöyle diyor:
Bu sorun ifade suçları için de geçerli.
Daha doğrusu iki türlü sorun var.
Birincisi, Adalet Bakanı’nın da dediği gibi mahkeme üyelerinin aynı dosyada kimi zaman taban tabana zıt kanaat geliştirip farklı istikametlerde hareket etmeleri.
Ama nereye kadar?
Ya da ideal olan ne olmalı?
Birinci derece mahkemelerin yanı sıra, İstinaf Mahkemeleri de kendi içinde tutarlılığı olmayan kararlarla karşımıza çıkabiliyor.
İkinci sorun, 5 yılın altındaki kovuşturma dosyalarına İstinaf Mahkemelerinin, 5 yıl üstüne Yargıtay’ın bakması.
Aynı gerekçelerle suçlanan kişiler İstinaf’tan ceza alırken, Yargıtay, hakkında 5 yıldan fazla mahkumiyet istenenler için bu cezayı bozabiliyor.
Peki, bu nasıl olacak?
Yine Adalet Bakanlığı makamlarından edindiğim izlenim, Yargıtay’ın bu tür tartışmalı alanlarda tek söz sahibi haline getirileceği yönünde.
Ancak, son dönemde hem olgu, hem de algı anlamında Yargıtay’ın kredisinde önemli bir düzelme olduğunu da söyleyebilirim.
Mesela özgürlük/güvenlik dengesini ince ince hesaba katarak kıymetli içtihatlar geliştiren 16’ncı dairenin kararlarına dikkatinizi çekerim.
Bu durumda ifade özgürlüğü gibi kişiden kişiye değişebilen bir alanda, son söz hakkının Yargıtay’a verilmesi, önemli bir kazanım olacaktır.
Özgürlük/Güvenlik dengesi zor bir alan.
Öncesi ve sonrasında 15 Temmuz’u hatırladığımızda, hendek terörüyle ortaya çıkan tabloyu gözümüzün önüne getirdiğimizde, kamu güvenliğini tehdit eden gelişmelerin geri kalan her şeyi nasıl sıfırlayabileceğini yaşayıp gördük.
Diğer taraftan adalet duygusunun zedelenmesinin, yargı kararlarının kimi zaman vicdan yaralayan çelişkiler üretmesinin de bir güvenlik sorunu üretebileceğine dair örnekler de az değil.
Güvenlik algısını bozmadan özgürlük alanlarını genişletebilmek.
İdeal olan bu.
Kolay bir cümle kurmadığımın farkındayım ama umut dolu yarınlara yelken açmanın yolu da tam olarak buradan geçiyor.