Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Profesör Yekta Saraç, iz bırakan başarılı işler yapıyor.Bir tanesini örnek vereyim:2014 yılında Türkiye’de yükseköğrenim sistemine dâhil olan yabancı öğrenci sayısı 48 bin iken, bu sayı bugün itibarıyla 172 bine ulaşmış.Bu müthiş bir ilerleme.Dün YÖK yerleşkesinde kendisiyle bir araya geldiğimizde Prof. Saraç,“Dünyada Batı ülkeleri dâhil böyle bir ivme yakalayabilen başka bir ülke yok”dedi.Türkiye’nin imajının yerlerde süründüğü, insanların ülkeden kaçmak için
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Profesör Yekta Saraç, iz bırakan başarılı işler yapıyor.
Bir tanesini örnek vereyim:
2014 yılında Türkiye’de yükseköğrenim sistemine dâhil olan yabancı öğrenci sayısı 48 bin iken, bu sayı bugün itibarıyla 172 bine ulaşmış.
Bu müthiş bir ilerleme.
Türkiye’nin imajının yerlerde süründüğü, insanların ülkeden kaçmak için yollar aradığını düşünenler, ya da bu ülkede Türkler dışında başka kimsenin yaşamasını istemeyen ideolojik kafalar için bu kötü bir haber sayılabilir.
Bu öğrenciler, hem eğitim görmeye geliyorlar, hem de döviz getiriyorlar.
Böyle bir tablonun yakalanmış olmasının arkasında YÖK’ün ciddi bir planlama ile hareket etmesinin, Yurt Dışı Türkler Başkanlığı gibi kurumların sessizce ama etkili bir şekilde bu sürece dâhil olmasının da büyük payı olmalı.
Bunlar gerçekten güzel işler tabi ama bardağın boş taraflarını da göz ardı etmemek kaydıyla.
Dün günün yarısını, YÖK binasının Konferans Salonu’nda geçirdim.
İş dünyası ile akademiyi buluşturan bir panel nedeniyle.
Salonun izleyici sıralarında çoğunluğu üniversite rektörlerinden oluşan akademi dünyası, konuşmacıların bulunduğu platformda ise, TÜSİAD, TOBB ve MÜSİAD Başkanları vardı.
Her yıl üniversiteyi bitiren yüzbinlerce öğrenci hangi telaşı yaşar?
Gidip iş dünyasında kendisine bir istihdam alanı bulma telaşını.
Bunun için kaçınılmaz olan nedir?
Eğitim camiası ile iş dünyasının temsilcilerinin yakın bir iletişim halinde olmaları.
MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan bir rakam verdi.
Türkiye ile hemen hemen aynı nüfusa sahip olan Almanya’da üniversitede okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 900 bin iken, bizde bu rakam 8 milyona yaklaşmış durumda.
Daha önce bir görüşmemizde Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da şöyle bir rakam vermişti.
Türkiye’de kimya bölümünde okuyan öğrenci sayısı, Almanya’da aynı bölümde okuyan öğrenci sayısının 10 katını buluyor.
Üniversitelerin sayısı arttı.
Bizim dönemimizde, yani 90’ların başında, her yüz kişiden 3’ü, sınavları kazanıp lisans eğitimine hak kazanabiliyordu.
Bugün hemen hemen isteyen herkesin okuyabileceği bir üniversite ortamı var.
Kestirmeden, bu kadar üniversite çok değil mi? sorusuyla soruna neşter vurulabileceğini düşünebiliriz.
Hayır, onu demek istemiyorum.
Yükseköğrenimin salt iş bulma, ya da sadece okunan bölüme uygun şekilde iş bulma işlevi görmesi doğru olmayabilir.
Ortada diğer başka faktörlerin yanı sıra, akademi ile iş dünyası kesişmesini ideal bir şekilde sağlayamayan bir çarpıklık var.
Bir tarafta, bitirdiği okula uygun iş bulamadığı için işsizler ordusuna katılanlar, öbür yanda aradığı nitelikte çalışan bulamadığını söyleyen işverenler.
Kesişmenin sağlıklı şekilde olması halinde, bu durumun istihdam sorununu toptan çözemese bile, ciddi katkı sağlayacağı ortada.
YÖK Başkanı Saraç’a Türkiye’nin bu sorununu sordum.
Meslek Yüksek Okulları’nda sözünü ettiğim bu kesişmeyi sağlamak için yapılan çalışmaların sonuçlarından söz etti.
Son yıllarda, ihtiyaç duyulan mesleklere dönük ders programlarının artırılmasıyla Yüksek Okullardaki kontenjanların, Lisans programlarına göre daha fazla dolmaya başladığını söyledi.
Biz YÖK Başkanı ile yukarıdaki odalardan birinde konuşurken, aşağıda tam da bu konu üzerinde çalışmak üzere akademi ve iş dünyası temsilcileri kendi aralarında bir araya gelmişlerdi.
Türkiye’de her yıl iş hayatına bir milyon kişi katılıyor.
İstihdam dediğimiz alan, başka faktörlerle de etkileşim halinde olan bir alan olsa da, her şey önce eğitimle başlıyor.