1998 yılında, Ekim ayının yarısını genç bir televizyon muhabiri olarak Türkiye’nin Suriye sınırını dolaşarak geçirmiştim.
Urfa’dan Hatay’a kadar elimizde mikrofon gezmiş, sınırı belirleyen paslanmış tel örgülerin hizasında yolculuklar yapmış, her ne hikmet idiyse, bizim kadar savaş telaşı yaşamayan köylülerin bakır kaplarda ikram ettikleri ayranlardan içmiş ama yine de ‘Suriye sınırında alarm’ haberleri geçmiştik.
Yalan haber geçmiyorduk tabi.
Sınırdaki köylülerin pek ilgisini çekmese de, Ankara’dan gelen beyanatlar, psikolojisi fiili halinden daha güçlü olan ‘Askeri yığınaklar’ gündemin bir numaralı başlığı haline gelmişti.
Neticede Suriye yönetiminin PKK’ya verdiği desteği sona erdirmeyi amaçlayan o baskı sonuç verdi ve İran ile Mısır’ın girişimleriyle Hafız Esad rejimi Türkiye’nin taleplerini karşılama noktasına geldi.
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den gönderilmesi gibi fiili bir sonuç üreten o sürecin bir başka ‘çıktısı’ Adana Mutabakatı olarak bilegeldiğimiz anlaşma oldu.
Adana Anlaşması 21 yıl aradan sonra, 23 Ocak’ta Moskova’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ortak basın toplantısı yapan Rusya Devlet Başkanı Putin’in sözleriyle yeniden gündeme geldi.
Putin’in Adana Mutabakatı önerisine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sıcak bir yaklaşımla karşılık verdiğini düşünecek olursak, meselenin ciddi bir nitelik kazandığı görülebiliyor.
21 yıl önce Adana’da iki ülkenin yetkili isimleri tarafından imzaya bağlanan anlaşmanın özünü, Şam yönetiminin Türkiye’ye dönük PKK kaynaklı fiili tehditleri önleme taahhütleri oluşturuyor.
Peki, bu anlaşmanın bugün hatırlanmasının gerekçeleri neler olabilir?
Böyle bir zeminde ilerlenilmesi halinde karşımıza ne tür senaryolar çıkabilir?
Bunlar, önümüzdeki dönem itibarıyla önemli hale gelmiş sorular.
Sorduğumuz sorular üzerinden iz sürmeye başlamadan önce, şunun altını çizelim:
Mutabakatın Putin tarafından basın önünde hatırlatılmasını, Ankara’nın bu formüle sıcak baktığını en üst düzeyden ilan etmesini, ABD’nin Suriye’den çekilme kararı ile başlayan Ankara/Washington müzakerelerinin bir alternatifi olarak değerlendirmeye almak doğru olacaktır.
Bilindiği üzere, ABD açısından Türkiye ile yürütülen pazarlıkların, PKK/YPG’yi koruma altında tutan bir anlaşma ortaya çıkmadan Türkiye’nin askeri harekata girişmemesi gibi bir hedefi bulunuyor.
Erdoğan’ın Putin ile yaptığı anlaşmanın ise, Rusya destekli Şam rejiminin Türkiye’nin güvenlik kaygılarını yatıştırma niyetiyle PKK’nın üzerine yürümesi gibi bir perspektife sahip olduğu anlaşılıyor.
Putin’in önerisini Ankara için cazip hale getiren nokta tam da burası.
Aylar önce Ankara’da Suriye meselelerini konuştuğumuz bir güvenlik yetkilisi, nihai senaryoda bir Esad/PKK savaşı öngördüğünü dile getirince, bunu pek inandırıcı bulmamış, “Bu mümkün mü” anlamında arka arkaya sorular sormuştum.
Sözü edilen senaryoyu destekleyen her gelişme, aklıma aylar önce yaptığımız o konuşmayı getiriyor.
Perşembe günü İranlı bir yetkili ile yaptığımız görüşmeden aldığım nabzı bu köşeye taşımıştım.
Oradan yola çıkarak baktığımızda, Adana Mutabakatı konusunda Ankara ile Moskova arasında sağlanan eşgüdüme Tahran’ın da dahil olabileceği görülebiliyor.
Tabi, bu anlaşmanın hayata geçmesi için bir takım zorlukların aşılmasını beklemek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, rejimin eli kanlı diktatörü Beşar Esad ile yeni bir ilişki tesis etmeme kararlılığını Moskova dönüşünde de tekrarladı.
Bu, son derece haklı bir yaklaşım ve aksi halde Türkiye’nin ahlaki üstünlüğünü zora sokacak riskler taşıyor.
Ama her ülke gibi Türkiye’nin de gerektiğinde ‘yılanla bile’ görüşme kanallarını açık tutan birimleri var.
Mesela Milli İstihbarat Başkanlığı.
Suriye meselesinde istihbarat diplomasisini kullanarak Türkiye’nin kazanımlarına önemli katkılar sağlayan MİT’in ortak hedefler için Şam rejimiyle temasa geçtiğini/geçebileceğini düşünebiliriz.
Önemli olan istenilen hedefler doğrultusunda mesafe alınabilmesi.
Şam rejiminin, Türkiye’nin Rusya ile vardığı anlaşma doğrultusunda PKK/YPG’nin üstüne yürümesi ve bu örgütün yaşam alanının kurutulması halinde, Türkiye’nin sınırlarla ilgili güvenlik kaygıları da otomatikman giderilmiş olur.
Ankara’nın Adana Mutabakatına sıcak bakmasının temel gerekçesi bu.
Putin’in yaklaşımı, böyle bir seçeneğin yani Şam rejiminin PKK’nın üzerine yürümesi fikrinin niyet beyanı olarak pekâlâ görülebilir.
Adana mutabakatının bugüne uyarlanması fikrinin PKK ve HDP çevrelerinde de kırmızı alarm hali ile karşılandığı görülebiliyor.
Bunu nereden mi anlıyoruz?
HDP’de Selahattin Demirtaş’ın yerini alan Eş Genel Başkan Sezai Temelli’nin sözlerinden.
Temelli dün, şöyle şeyler söyledi:
“Ne oldu? Aklına 1998’de yapılan Adana Anlaşması gelmiş. Senin aklına bunlar gelmesin, senin aklına 31 Mart’tan sonra nasıl gideceğin gelsin. Eğer bir anlaşma olacaksa bu, Suriye halklarının bir araya gelmesiyle, demokratik bir Suriye anayasası ile olacak. Ancak bu şekilde Suriye’ye barış, demokrasi gelir.”
Bu sözlerden de anlaşılıyor ki, HDP Eş Genel Başkanı Adana Mutabakatının ‘güncellenmemesi’ için 31 Mart seçimlerine umut bağlamış durumda.
Yerel seçimlere Türkiye’nin ‘beka sorunu’ penceresinden bakan yaklaşımı aklımıza getirmemiz halinde, bu sözlere de 31 Mart’ın 31 Mart’tan ibaret olmadığı gibi bir anlam yükleyerek bakabiliriz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.