Tırnak içinde kullandığım için anlaşılmış olmalı, başlıktaki ifade bana ait değil.O halde kime mi ait?Ankara adına hem Washington hem Moskova ile yapılan görüşmelerin, yürütülen müzakerelerin içinde yer alan, bu nedenle de bu konularla ilgili söyledikleri dikkate alınması gereken üst düzey bir Türk yetkiliye ait.Hatırlayalım…9 Ekim’de Barış Pınarı Harekâtı başladığında, konu hızlıca Amerikan iç siyasetinin, medyasının bir numaralı gündem maddesi haline gelince, Beyaz Saray yönetiminin etekleri tutuşmuş,
Tırnak içinde kullandığım için anlaşılmış olmalı, başlıktaki ifade bana ait değil.
O halde kime mi ait?
Ankara adına hem Washington hem Moskova ile yapılan görüşmelerin, yürütülen müzakerelerin içinde yer alan, bu nedenle de bu konularla ilgili söyledikleri dikkate alınması gereken üst düzey bir Türk yetkiliye ait.
Hatırlayalım…
9 Ekim’de Barış Pınarı Harekâtı başladığında, konu hızlıca Amerikan iç siyasetinin, medyasının bir numaralı gündem maddesi haline gelince, Beyaz Saray yönetiminin etekleri tutuşmuş, Başkan Yardımcısı Pence’in başkanlığında bir heyet apar topar Ankara’ya gelmişti.
Ankara’da bir mutabakat sağlanınca bu defa Rusya Devlet Başkanı Putin hemen telefona sarılıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Soçi’ye davet etti.
Bir anlaşma da Ruslarla yapıldı.
Peki, gelinen nokta itibarıyla neredeyiz?
Sözünü ettiğim kaynağın ifadeleri şöyle:
Rusya ile Soçi’de varılan mutabakat, YPG’nin 150 saat içerisinde Türkiye sınırından 30 kilometre uzaklaşmasını öngörüyordu.
Süre dolduğunda Moskova, bu işlemin tamamlandığını duyuran bir açıklama da yaptı ama sahadaki durum gerçeği yansıtmıyor.
Türkiye gerek saha istihbaratı, gerekse havadan İHA/SİHA marifetiyle, bölgede olup bitenleri yakından gözlemliyor.
Dolayısıyla, sınır hattı boyunca yapılan çalışmalardan gelen bilgilerin Ankara açısından veriye dayalı bilgiler olduğunu düşünmek mümkün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, YPG tehdidinin sonlanması amacına matuf olarak, Suriye’de yeni operasyonların yapılması seçeneğini açık tutmaya devam ediyor.
Erdoğan dün, İstanbul’da kendi adını taşıyan Külliye’nin temel atma töreninde konuşurken şöyle bir cümle kurdu:
Türkiye ile Rusya işbirliğiyle sınır hattının on kilometre derinliğindeki devriyeler devam ediyor.
Ancak Soçi mutabakatının öngördüğü şekliyle, 30 kilometre derinlikteki alandan YPG varlığının uzaklaştırıldığı iddiası teyit edilmiş değil.
Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin bağlamı da buraya oturuyor.
Rusya’nın Suriye konusundaki tutumuna dönük rahatsızlık, bunlarla sınırlı değil.
Haberlere göre saldırıyı gerçekleştiren uçakların kimliği belli değildi ancak Ankara, bu saldırının Rus uçakları tarafından yapıldığı görüşünde.
İlave olarak, bu tür sabotaj eylemlerinin S-400 anlaşması dâhil ikili ilişkilerde ağır hasara yol açacağı karşı tarafa bildirildi.
Türkiye, 2016 yılından itibaren Suriye politikasına yeni bir yaklaşım getirerek Rusya ve İran’la işbirliği yürütme politikasına yöneldi.
Geriye dönüp bakılınca, bu politikanın Ankara’nın lehine olumlu sonuçlar da ürettiği görülebiliyor.
Ancak toplamda elde edilen kazanımların zorluklar ve risklerin önüne geçtiği söylenemez.
İdlib’deki durumun ne kadar zorlayıcı ve ne kadar can sıkıcı olduğu ortada.
Bir de bunların üstüne, Türkiye’nin kontrolündeki bölgeleri istikrarsızlaştırmaya dönük saldırıların eklendiğini düşündüğünüzde işlerin hiç de kolay olmadığı gerçeği karşımıza çıkıyor.
İşin aslına baktığınızda bütün bu sancılı sürecin gerekçesini oluşturan şöyle bir sorunla karşı karşıyayız:
Türkiye ile Rusya’nın Suriye’nin geleceğine dönük yaklaşımları, günün sonunda nasıl bir Suriye görmek istendiğine dair görüşleri, çoğu yerde birbirine taban tabana zıt bir yerde duruyor.
Bu ne demek oluyor?