Degrade ilerleme. Özgür Özel’de bunu görüyoruz. Benzetme yaptığımız degrade şu anlamda: Bir renkten başka bir renge kademeli geçiş. Öyle ustalıkla renk geçişi sağlanır ki, sarıdan kırmızıya geçer, maviden yeşile dönüşür ve bakınca “Renk şurada değişti” denilemez. Özgür Bey de ilk zaman 2028’deki seçimde aday olacak kişiler olarak Ekrem Bey ve Mansur Bey’i işaret etmişti. Erkenden kendini dışarıda bıraktığı için eleştirmiştik. Kemal Bey’in hiç böyle yapmadığını, son güne kadar ismi açıklamadığını
Degrade ilerleme. Özgür Özel’de bunu görüyoruz.
Benzetme yaptığımız degrade şu anlamda: Bir renkten başka bir renge kademeli geçiş.
Öyle ustalıkla renk geçişi sağlanır ki, sarıdan kırmızıya geçer, maviden yeşile dönüşür ve bakınca “Renk şurada değişti” denilemez.
Özgür Bey de ilk zaman 2028’deki seçimde aday olacak kişiler olarak Ekrem Bey ve Mansur Bey’i işaret etmişti.
Erkenden kendini dışarıda bıraktığı için eleştirmiştik. Kemal Bey’in hiç böyle yapmadığını, son güne kadar ismi açıklamadığını hatırlatmıştık.
Meğer Özgür Özel, Kemal Bey’in neredeyse her yaptığının tersini yapmayı kafasına koymuş. Ya da öyle gibi.
*
Dört yıl sonraki Cumhurbaşkanı seçimi için “kendi adaylığını dayatmayacağını” söylüyor.
Hele bir vakit yaklaşsın, degrade geçişin nasıl olduğunu çok daha iyi görürüz. Adım adım, kelime kelime, cümle cümle…
En sonunda gelinecek yer, şurası olacaktır: “Benden başka kimse aday olamaz.”
*
İşlerine karışmak gibi olmasın, hakkıdır da.
Genel başkanların korkuluk gibi durmadığını, usulen o koltukta oturduğunu, laf olsun diye seçilmediğini bilen bu hakkı teslim eder.
Yüzde 1’lik partilerin genel başkanları bile aday olurken, Özgür Bey niye aday olmasın?
Kitleyi, parti mensuplarını, gönlünden adaylık geçen diğer isimleri bu fikre alıştıra alıştıra ikna edecektir. İkna olmayanın ise itiraz edecek konumu büyük ihtimal bulunmayacaktır.
Prof. Dr. Mustafa Aksoy, gittiği ülkelerde hayatı, tarihî kökene sahip damgaları araştırıyor. Akademik çalışmalarına temel teşkil edecek araştırmalar yapıyor. Çektiği fotoğraf ve aldığı notların bir kısmını gönderiyor. Biz de gıpta ile takip ediyoruz. Son mektubunda yazdıklarına bakalım.
*
Bu gece Bişkek sokaklarını gezdim.
1999-2001 yılında Manas Üniversitesinde görev yaparken bir öğrencim “Türkiye’de deniz üzerinde köprü varmış, bu doğru mu?”, bir diğeri de üniversitenin karşısında Bişkek’in en çok katlı apartmanını (yanılmıyorsam 7 kattı) gösterip, “Türkiye’de böyle binalar var mı?” diye sormuştu. Şimdi Bişkek’te 15-20 katlı binalar var. Köy ilkokul öğrencileri bile az çok Türkiye’yi tanıyor.
Bunda Türkiye televizyonlarının (klasik antenle bile TRT 1 ve TRT Avaz dinlenebiliyor) ve dizilerin büyük katkısı olmuş.
Görev yaptığım yıllarda sadece Türkiye’den okumaya gelen birkaç kızda türban vardı. Şimdi sokakta gezerken türbanlı genç kızları görmek mümkün.
Sovyetlerin önemli işleri, şehir içi yolları (şehirler arası yolları kötü, çünkü şehirler arası yolculuk genellikle trenle ile yapılıyor) ve o yolların ağaçlandırılması, bir de parklar yapmalarıydı. Yaya yolunda bir de bisiklet yolu ve yolun sağında solunda ağaçlar var.
Eskiden geç saatlerde normal insan bu yollarda pek olmazdı. Şimdi gençler geziyor, yaşlılar dinleniyor. Sarhoş gezene ve köşe başında bekleyen kadınlara rastlanmıyor. Sokakta gezerek sigara içmek yasak o yüzden sigara içme yerleri belirlenmiş.
Görev yaptığım yıllarda bazı öğrenciler yaz tatilinde İstanbul’a getirilmişti. Dönem başında “İstanbul’da en beğendiğiniz üç şey nedir?” diye sorduğumda “Gece çok ışıklı ve vitrinler çok güzel, şehir çok temiz, her şey var, mesela küçük lokantalarda bile çok yemek çeşidi var” demişlerdi.
“En beğenmediğiniz ne oldu?” dediğimde, “İnsanlar her yerde sigara içiyor, çok kalabalık, mağaza önünden geçerken bize zoraki mal satmak istiyorlardı” demişlerdi.