Geçen günkü depremde iyi sallandık. Allah beterinden saklasın.
Sonrasında yüzlerce defa küçük artçı sarsıntılar olduğu açıklandı. Bir kısmını duyduk, bir kısmını duymadık. Lâkin duyduk duymadık demedik. Tellalın keyfi kaçmasın diye.
Sokağa çıkıp geceyi arabasında, parklarda ve kurdukları çadırlarda geçirenler gördük.
Günlerdir depremi konuşuyoruz. Zira beklenen büyük İstanbul depremi diye bir şey var. Deprem uzmanları sürekli uyarıyorlar. Bu yaşadığımız depremin onun habercisi mi, öncüsü mü olduğu merak ediliyor.
“Yoksa hiç alakası yok mu yahut uzaktan akrabası mı sayılması gerekir” diye merak edenler, uzmanlara soru üstüne soru yöneltiyorlar.
Binalara güvenmek zorlamayla olacak bir şey değil. Güven içten gelir. Dıştan yara bandı gibi yapıştırılamaz. Yapılan anket gösteriyor ki İstanbul’da halkın yüzde yetmişi oturduğu binaya güvenmiyor.
*
Bu kadar yanlış yapılaşmanın olduğu, son elli yılda pıtrak gibi dikilen binaların yarıdan fazlasının ruhsatsız, bir kısmının da ruhsata aykırı inşa edildiği bir şehirde insanlar nasıl güven duysunlar?
Beş kat ruhsat verilmiş, adam sekiz kat çıkmış. Dört katlık ruhsat verilen yere, dokuz kat çıkmış.
En üstte çatıyı yüksek yapmış, arasına birkaç daire daha sıkıştırmış.
Yetmemiş, alta bir bodrum kat yapmış ki, hayvan bağlasan durmaz. Hayvanı geçtik, saman doldursan, iki haftada çürümeye başlar.
Bir karışlık pencere yapmış, o da içeriden bakınca tavan hizasında. İçerisi rutubet kokuyor. Her taraf nemli. Nasıl olmasın, yüzde sekseni toprak içinde.
Böyle bir yere daire yapıp insan yerleştiriyor. Yağmur çok yağınca sel basıyor, deprem olunca, mezar gibi gömülüyorlar.
*
Orada insan yaşar mı? Yaşasa da ona hayat denir mi? Bu insanlık dışı duruma nasıl göz yumuluyor? Fakirlik, bütün dünyada hep var olmuş. Öyle görünüyor ki bundan sonra da var olacak ve ne yazık ki artacak gibi görünüyor. Zira büyüklerin iştahı da büyük. Peki fakirlerin canı da daha mı değersiz?
Beyler, ağalar, efendiler… Şu bodrum katlarına bir bakın… Bakın da bir el atın… Oralarda insan barındırmayın.
Televizyonda haberlere çıkıp bütün eşyalar mahvoldu, hepsi battı, kullanılamaz hâle geldi. Sel bastı, çamur oldu… diye ağlayan insanları görünce, aklınıza bir çözüm yolu bulmak gelmiyor mu?
Gelmiyorsa da lütfedin, zorlayın ve getirin.
Siz ki büyük büyük problemleri çözmekle övünürsünüz. Kocaman projelere imzalar atarsınız. Bugüne kadar neler yapmışsınızdır. Bundan sonra da çok devasa projeleriniz vardır. Hepsine helâl olsun. Bir ara bu konuyu da düşünün de çözüverin. Basit problem, çözüm de basit olacaktır. Sizin için hiç zor olmaz.
*
Deprem sırasında arkadaşlarla konuştuğumuzda, “Tam o sırada sofraya oturmak üzereydik. Hamsi almış, sallama yapmıştık” demiştim de bilmeyenler çıkmıştı.
Sallama basit bir yemek.
Hamsinin bir tavası olur, bir buğulaması, bir de sallaması. Tarifi kısa, yapması kolay, lezzeti harika.
Merak edenler oldu, normaldir. O halde tarifini verelim.
*
Bir kilo ayıklanmış ve yıkanmış hamsi, kendi halinde suyunun süzülmesini beklerken, tavaya iki yemek kaşığı ev yapımı salça koyulur. Bir çay bardağı zeytin yağı eklenir ve o ikili itinayla kavrulur. İki dakika kavurmak yeterlidir. Hamsilere sorulur, suyunuz süzüldü mü?
Evet derlerse, hepsi kavrulan salçanın içine dökülür. Yeteri miktarda tuz ilave edilir. Kapağı kapatılır. On dakika içinde pişecektir. Çabucak hazırlandığı için çabuk yemek dense yeri. Hamsiler pişince afiyetle yenilir. Yanına güzel bir salata iyi gider.
Artık, hiç birinin başı olmayan pişmiş hamsileri kuyruğundan baş aşağı tutup salladığınızda, elinizde kılçık kalır. Belki ismi oradan gelmektedir. Ya da ilk yapan, tavaya atarken tek tek sallamış da olabilir.
Siz o lezzetli yemeği afiyetle yerken, tam o sırada deprem olursa, iki sallama bir arada demektir.
Üstüne içilecek çayı da sallama tercih edenler çıkar mı çıkar? Kimsenin zevkine karışamayız.
Dün Millî Güvenlik Kurulu toplandı. MGK gündeminde neler vardı?
ABD ile ilişkiler ve F-35 krizi… Terörle mücadele… İdlip’te yaşanan gelişmeler… Suriye kuzeyinde güvenli bölge oluşturulması… Doğu Akdeniz’de yapılan aramalar…
Ya bir zamanlar nasıldı?
Başörtüsüyle uğraşmaktan başka gündemi yoktu. İrtica ile mücadele adı altında, omzu kalabalık koca koca adamlar (Kendileri general oluyor, amiral oluyor) kadınların başının nasıl olacağına dair kararlar alıyor, hükümeti uyarıyor, toplumu hizaya sokmaya çalışıyor ve iş yaptıklarını sanıyorlardı.
Öte yandan ülkenin altı oyuluyormuş, malı bir ucundan tutanlar bütünüyle götürüyormuş, hiç mesele değildi.
Alın işte… Ne oldu? Başörtüsüyle uğraşan yok ve şimdi başı örtülü bir kesimle açık olan kesim arasında bir fark kalmamış gibi.
Ne ülke yıkıldı, ne din elden gitti, ne laiklik ihlal edildi. Üç tane emekli albayın, bir iki tane emekli paşanın keyfinin ara sıra kaçıvermesinden öte bir zarar gelmedi. Hatta zarar geldiyse başörtüsüne geldi. Daha doğrusu tesettüre.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.