Bir Amerikalı ile bir Japon, Afrika’da arazide yürüyüş yaparken, uzaktan kendilerine doğru yaklaşan bir aslan görmüşler. Japon hemen eğilmiş, spor ayakkabılarının bağcıklarını sağlamca bağlamaya başlamış. Amerikalı bu hareketi anlamsız bulmuş. “Bir aslandan hızlı koşacağını mı sanı-yorsun?” Japon kendinden emin… “Elbette aslandan hızlı koşamam ama senden hızlı koşmam yetecek.” * Ankara’daydık. Beş altı kişi oturmuş, çay içiyorduk. Yaşça bizden büyük tanımadığım biri de vardı. Bir ara şöyle bir söz
Bir Amerikalı ile bir Japon, Afrika’da arazide yürüyüş yaparken, uzaktan kendilerine doğru yaklaşan bir aslan görmüşler.
Japon hemen eğilmiş, spor ayakkabılarının bağcıklarını sağlamca bağlamaya başlamış.
Amerikalı bu hareketi anlamsız bulmuş.
“Bir aslandan hızlı koşacağını mı sanı-yorsun?”
Japon kendinden emin…
“Elbette aslandan hızlı koşamam ama senden hızlı koşmam yetecek.”
*
Ankara’daydık. Beş altı kişi oturmuş, çay içiyorduk. Yaşça bizden büyük tanımadığım biri de vardı. Bir ara şöyle bir söz etti:
“Ben Başbakanlık’tan ayrıldıktan sonra…”
Bu cümlenin gerisinin nasıl geldiğini hatırlamıyorum. O anda gerçekle bağlantı kesildi zaten.
Adama dikkatle baktım. Hafızamı zorladım. Hiç tanıdık gelmedi.
Bugüne kadar görev yapmış bütün başbakanları bildiğimi sanırdım. Hiçbirine benzetemedim.
Sonra mesele açıklığa kavuştu.
Başbakanlık binasında görev yapan memurlardan biriymiş, daha sonra görev yeri değişmiş.
Ankaralılar bu tür sözlere alışkındır fakat cümle öyle başlayınca, ilk anda bir şok etkisi yapıyor.
*
Adam yirmi, yirmi beş yıl kadar önce, altı ay civarında bakanlık yapmış.
Oturduğu koltuk tam ısınmak üzereyken görevden ayrılmış.
Gelen giden “Sayın Bakanım” diye hitap ediyor.
Bu gene iyi. Üç dört ay bakanlık yapanlar da aynı sözün muhatabı.
*
Son seçimle ilgili yorum yapanlardan biri, CHP’nin PKK ile ittifak yaptığını söyledi.
Fi tarihinde kısa süre bakanlık yapan biri karşısında oturuyordu.
Hemen itiraz etti. O sözü kabul etmediğini söyledi.
“CHP’ye PKK ile ittifak yaptı dedirtmem” diye konuştu. “Bu parti Atatürk’ün partisi…”
Sesler yükseldi, sinirler gerildi.
Diğer konuklar tartışmayı müdahale etmeden takip ettiler.
Bir sürü söz sarf edildi. Arada bazı cümleler güme gitti. Ne olduğu anlaşılamadı.
Tartışma programında gerçek bir tartışma yaşanıyordu.
Bağrış çağırış arasında kalan sunucu zor anlar yaşadı. Ne susturabildi, ne devam ettirebildi. Çaresizliği ekrandan taşıyordu.
İddia sahibi konuşmacı bir ara sordu: “Ne diyelim peki? İttifak yapmadılar mı?”
Diğeri çözüm formülünü çoktan bulmuştu: “CHP ile ittifak yapan Dem Parti…”
Ekran karşısında “Hay ağzın bal yesin” dedim.
Öyle tabii. Dağdaki terör örgütü ile ülkenin en eski partisi nasıl ittifak yapsın?
Yalnız, şöyle bir ayrıntı var.
Arz edelim: Kapalı gibi görünen fakat esasen açık ittifak yapılan parti mensupları, o eski bakan kadar bu konuda hassasiyet göstermiyorlar.
Hattâ “iftiharla sunar” konumunda sahipleniyorlar.
O örgütlerin üç harfli isimlerini tek tek sayarak, sırtlarını onlara dayadıklarını söylüyorlar.
Bundan gurur da duyuyorlar, övünüyorlar. Tükürükle boğmaktan, heykel dikmekten söz ediyorlar.
Seçilen başkanların kendi seçmenlerinin oyları sayesinde seçildiklerini söyleyip had bildiriyorlar.
Söz konusu partiyle o örgütlerin arasında bir sorun olmadığını ve esas patronun örgüt olduğunu cümle âlem biliyor üstelik.
“Sayın Bakan” istediği kadar bu Atatürk’ün partisi diye tepinsin.
Gerçek başka türlü. Romantizm rampasına tam gaz vurarak çıkmaya niyetlenmek belki iyidir ama yarı yoldan geri kayar bu vesait.
Her neyse... Yakın zamanda, bazıları, karşısında bir değil, birçok aslan görecek. Hazırlıklı olsunlar.