Konumuz, bizim çocuklar. Millî takımımızın üç mağlubiyet sonrası Bakü’ye veda edip, otobüse üzgün binmelerini görmek istemezdik.
Böyle bir yazı da yazmak istemezdim. Galibiyetle sonuçlanan maçlardan bahsetmek ne güzel olurdu.
Ne yapalım ki vaziyet budur.
Şenol Güneş ne güzel bir insandır.
Kişiliği, tecrübesi, gayreti, iyi niyeti hakkında olumsuz tek kelime edemem.
Takımdaki oyuncularımızın da hepsi değerli, yetenekli. Ama sonuç istediğimiz gibi değil.
*
Bizde herkes teknik direktör.
Sadece berberler ve taksi şoförlerine has bir yetenek değil bu.
Biraz ilgi duyanlar bile taktik veriyor, eleştiriyor, oynanan oyun hakkında fikir yürütüyor.
Bizim başımız kel mi? Birkaç cümle ile değinebiliriz pekâlâ.
*
Bütün rakipleri çoğunlukla kendi yarı sahamızda ağırladık.
Çok misafirperver olduğumuz için herhalde.
Kendi sahamızdan çıkmakta zorlanıyoruz.
Hücuma rahat geçemiyoruz.
Rakibe -kim olursa olsun, İtalyan, Galler, İsviçre fark etmiyor, hepsine- çok saygı duyuyor, üzmek istemiyoruz.
Kalecimizin güzel kurtarışlarına rağmen, üç maç boyunca toplam sekiz gol yedik, ancak bir gol atabildik. O da güzeldi hakikaten. Nazar boncuğu.
*
Bazen oyuncularımızdan çok güzel bir hareket görüyoruz.
Bir anlık heyecana kapılıyor, ümitleniyoruz.
Fakat gerisi gelmiyor. Hemen sönüveriyor. Anlık bir sevinç yaşadığımızla kalıyoruz.
Ara sıra bir şut çektiğimiz oluyor. Top çok yukarıdan çıkıyor.
Kale minare boyunda yapılmış olsa, gayet şık bir gol olacak.
*
Saha ve seyirci avantajı dedikleri de neymiş?
Hiç kullanmadığımız için ne anlama geldiğini pek anlayamadık.
Tribünlerdeki bütün koltuklar kırmızı beyaz olsa, hepsi ay yıldızlı forma giymiş seyircilerle dolu olsa, maçın başından sonuna kadar “Türkiye, Türkiye” diye yeri göğü inletseler, yine bir işe yaramazdı.
Yaramadı nitekim.
*
Topu açmayı, saklamayı, sahip olunca korumayı pek beceremedi bizim çocuklar.
Pasların isabeti zayıftı.
Rakipten top çalma konusundaki gayretimiz de azdı.
Onlar adrese teslim pas atarken, biz hediye gönderir gibi davrandık.
Oyuncularımız yoruldu.
Rakipler niye yorulmuyordu, işte burası kafa karıştırıcı bir husus.
*
Futbol, adı üstünde ayak oyunu.
Fakat sadece ayakla oynanmıyor. Kafa da gerekli. (Topa kafayla vuruşları kast etmiyorum.)
Aynı zamanda biraz da gönül işi. Gönülden oynamak gerek.
Birbirine güvenmek, yardımlaşmak, galip gelmeyi çok istemek ve ona göre davranmak.
Bunlar bizde yoktu. “Takım ruhu” nedir, onu da anlayamadık. Görseydik belki anlardık.
Futbolda üç ihtimal var. Galibiyet, mağlubiyet, beraberlik. Biz hep ikinciyi gördük, hep ikinci ayrıldık.
*
Son maçta rakip takımda sarı kafalı bir oyuncu vardı. Kelimenin her anlamıyla oyuncu. Aktör desek, daha doğru.
Onun kritik noktalarda ‘şaka’ gibi hareketleri vardı ki ismiyle müsemma.
Ayakta zor duran sarhoşlar gibi. Kuyumcu terazisinden daha hassas. Bizim oyunculardan birinin ayağının ucu değil, parmağının ucu dokunsa yetiyor. Hemen kendini yere atıyordu.
Maçın sonuna doğru yine yaptı numarasını ve kritik yerde yere düştü.
Hakem aktörlüğünü takdir etse de o numarayı kabul etmedi ve maçı sürdürdü.
O da utanmadan hakeme itiraz etti. Ardından gayet tabii kafasının renginde kart gördü.
Bizim çocuklar öyle numaralara tevessül etmeden oynadılar.
Netice üzgün şekilde ayrıldık.
Ülkede son hafta içinde mide ağrıları ve ülser sayısı artmış olsa gerek.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.