Hakaret kültürü diye bir olgu ile donanmış haldeyiz. O kadar iç içeyiz ki örneklendirmek bile fuzuli.
Ceket gibi giymiş, su gibi içmişiz sanki.
Dahası, neredeyse kanımıza karışmış.
Herhalde bu yüzden, hakaret etmeden duramayanlar çoğunluk.
En ufak bir fırsatı bile değerlendirmek bir mecburiyet olarak algılanıyor.
Kafamıza göre hareket etmeyenlere hakaretler yağdırmak en büyük vazife.
Karşısında bir kamera, önünde bir mikrofon bulan, açıyor ağzını yumuyor gözünü.
Ağzına geleni söylüyor.
Bir de kalabalık varsa, alkış verip destekliyorlarsa…
İyice kendinden geçiyor kürsüdeki.
Coştukça coşuyor.
Kelimeler, aklına uğramadan dilinden dökülüveriyor.
Mantık uzaklara gitmiş, edep yıllık izinde, saygı hiç uğramamış.
Bir süzgeç, bir kontrol hak getire.
*
Karşıda alkış tutan kalabalığa bakıp coşmak, kontrolü kaybetmek, ne kadar sağlıksız.
Bilmiyor ki kalabalık, o öksürse de alkışlayacak, ağzından tükürükler saçılsa da.
Bu gibi durumlara en çok kimler düşüyor?
Başta siyasetçiler, sanatçılar, yazar çizer takımı.
Zaten garibim işçiyi, memuru, hangi kalabalık dinleyecek? Veya köylüyü, esnafı?
Bırakın dinlemeyi, kürsüye bile çıkarmazlar.
Olur da bir işçiye söz hakkı verilecek durum doğarsa, o da ya tasdik etmesi için yahut asgari ücret komisyonunda olduğu gibi, o kadar düşük ücretle bir ay nasıl geçindiğinin sırrını açıklaması içindir.
(Madem ücretin çok az olduğu kabul ediliyor, o halde yükseltelim denmiyor da, sırrını ortaya dökmesi isteniyor.)
Buradaki geçinmek, tek kişilik bir iş değil; ev geçindirmek söz konusu.
*
O sır, gayet basit aslında.
Kaf dağının arkasına gideceksin, yolda Keloğlan’a rastlayacaksın, onun Nasrettin Hoca’dan aldığı öğüdü öğreneceksin, dağın öte tarafına geçince karşına çıkacak olan yedi başlı ejderhayı elindeki çakı ile alt edeceksin, derken orada Anka kuşunu göreceksin, onunla biraz sohbet edeceksin, sonra kralın kızı ile karşılaşacaksın falan…
Sır basit, uygulaması zor.
Biraz masalsı, biraz komedi, biraz dram; o yüzden tarifi böyle.
*
Önünde mikrofon, karşısında kamera bulan siyasetçiler, sanatçılar ve yazar çizer takımı, ağzına geleni söylüyorlar ama sonra başlarına geleceklere hazırlıklı değiller.
Hemen itiraz ediyorlar.
Yahu her şeyin bir ölçüsü var. Dünyanın her yerinde geçerli olan ölçüler bunlar.
Eleştiri ile hakaretin sınırını ayırmak bir mecburiyet. Herkes için üstelik.
“Ama o bir sanatçı…”
Eee? Ne yapalım? İdamla tehdit etme hakkını kazandırır mı sanatçı olmak?
Darbeyi övmek, terörü desteklemek gibi bir imtiyaz, kimin için geçerli olabilir?
Hangi ülkede böyle bir şeyden bahsetmek mümkündür?
Yüzmeyi bilmiyorsan, derin sulara girmeyeceksin. Yürüyerek geçemezsin.
*
Bakın, çok basit bir bilgi notu: Dünyanın hiçbir yerinde, bir diktatöre ‘Diktatör’ diyemezsin. Dedirtmezler. Daha o dakika defterini dürerler. Sonra da ihtiyaç duyarlarsa heykelini dikerler.
Şayet bir lidere, o şekilde söyleyebiliyorsan, orada da diktatör yok demektir.
Kalabalığın alkışıyla gaza gelerek, idamla, ipe göndermekle, zehirlemekle tehdit edip, sonra da hiçbir şey sorulmayacağını düşünmek, mahkemeye çağrılınca kahramanlık taslamak, komedinin hası.
Geçmiş yıllarda epey güldürmüştü Metin Akpınar.
Şimdi de güldürüyor fakat biraz farklı şekilde.
Demek ki kasa büyüdükçe mizah anlayışı seviye kaybetmiş. Ne diyelim, sanatçıdır; güler, güldürür.
Öte yandan, yıllarca sanatını takdir edip, sonra hakaret ettiğinde sanatını yok saymak da şık değil.
Hoş olmayan sözler söylediğinde sanatçılığını kaybetmez ki, edebini, ahlâkını zedelemiş olur.
Hem adamın soyadına bir bakın, ilk üç harfi onu nasıl rahatsız ediyordur, kim bilir. Biraz anlayış.
Adlî kontrol şartıyla salıverilmiş. İyi ki aklî kontrol istememişler.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.