Yola sıfır yapılan yeni blokların inşaatlarına bakıp ev fiyatlarından konuşurlarken, trafik az da olsa açıldı. Eve gitmeye çalışıyorlardı. Yeni açılan viyadükten, ana yolu tâlî yola, başka bir tâlî yolu, başka bir ana yola bağlayan tünelleri geçerek devam ettiler. Nihayet bir AVM’nin önünden geçerken kadın, “Su kaldı mı?” diye sordu. Adam yan cebe baktı, pet şişeyi eline alıp salladı, “Bitmiş” dedi. Adam, radyonun düğmelerine bastı. Canhıraş bir biçimde konuşan, şarkı çalan, reklâm veren, anons
Yola sıfır yapılan yeni blokların inşaatlarına bakıp ev fiyatlarından konuşurlarken, trafik az da olsa açıldı. Eve gitmeye çalışıyorlardı. Yeni açılan viyadükten, ana yolu tâlî yola, başka bir tâlî yolu, başka bir ana yola bağlayan tünelleri geçerek devam ettiler. Nihayet bir AVM’nin önünden geçerken kadın,
“Su kaldı mı?” diye sordu.
Adam yan cebe baktı, pet şişeyi eline alıp salladı,
“Bitmiş” dedi.
Adam, radyonun düğmelerine bastı. Canhıraş bir biçimde konuşan, şarkı çalan, reklâm veren, anons yapan radyolar arasından seçim yapmaya çalıştı; saatlerdir aynıydı, değişen bir şey yoktu, radyoyu bıkkınlıkla kapattı. Derin bir nefes aldı. Cep telefonuna baktı, gezindi dolandı, yeni bir haber orada da yoktu.
Üç saatten fazla olmuş, kontağı kapatmışlar arabanın içinde bekliyorlardı. Yol ilerlemiyordu. Bütün otoyol araç doluydu, herkes bekliyordu. Sessizdiler.
Herkes sessizdi.
Bağırıp çağıran, kavga geden yoktu. İnsanlar durmuş bekliyordu.
“Hiçbir anlamı yok” dedi adam “Böyle olmaz, bir şey yapmaları lazım. Otoyoldan çıkınca ara sokaklardan gitmeyi deneyelim.”
“Evet” dedi kadın “Mantıklı, belki eve daha çabuk gideriz.”
“Saat kaç oldu?”
Kadın telefonuna baktı,
“Çeyrek var” dedi “Sekize çeyrek var.”
Birkaç damla yağmur düştü arabanın camına. Gök gürledi. Büyük şimşekler görüldü ışıl ışıl, kurşunî parlak renklerde. Halbuki yola çıktıklarında ne sıcaktı, güneş yakıyordu değdiği yeri, erimişti asfalt.
Herkes arabalarının içindeydi, herkes metroların içindeydi, herkes otobüslerin içindeydi.
Evler bomboştu.
Evler, insanları bekliyordu.
“Gitmeliyiz” dedi adam “açılmalı yollar.”
“Açarlar” dedi kadın “Açmak zorundalar. Hepimiz buradayız çünkü.”
Gök, yine gürledi. Kulaklarının dibinde çaktı şimşekler, arabaların ve göğüs kafeslerinin içinde.
Şarjları doluydu ama arayacak kimseleri yoktu. Kimsenin kimsesi yoktu şehirde. Herkes erkenden kalkar işe gider, çalışır, sonra eve dönerdi.
Kadın açtı bu sefer radyoyu. Bir spiker ağlamaklı konuşuyordu.
“Anlatmışlardı biliyorduk ama bu derece acı olacağını tahmin etmemiştik. Can çekişiyor, inliyor. Hepimiz duyuyoruz. Çok acı, buna dayanmak zor…”
Kadın birden radyoyu kapadı.
“Niye kapa…”
Kadın adamın sorusunu tamamlamasına izin vermedi,
“Şşıııı…” dedi elini dudaklarına götürerek, “duyuyor musun?”
Camları açtılar.
Uzaklardan bir ses dalga dalga geliyordu. İnliyordu. Evet, besbelli acı çekiyordu yer ve gök. İnliyordu. Ses çarpıyor, dağılıyor, inleyenin acısını artırarak taşıyordu mesafeler boyunca.
“Yalan değilmiş. Sahiden de ölüyormuş” dedi kadın “Dinlesene…”
*
Mukadder Gemici’nin yeni kitabı “Unutulmuş Hikâyeler”de “Trafik” isimli hikâye böyle başlıyor. Nasıl bittiğini merak edenler ne yapacağını bilir.
Bir şehrin ölüşü, en çok trafikten belli olur.
Nasıl ölür bir şehir? Her taraf binalarla ve araçlarla dolunca… Nefes alacak hava bulamayınca… Yollar tıkanır, santim hesabıyla ilerleyen sevinir, kimse bir yere gidemez. Günler karışır, haftalar karışır. Şehri öldürenler kimdir? Cinayet suçunun cezası nedir?
Bir şehrin ölüşü, hem de tecrübeler ışığında, böyle güzel anlatılır.