Ordunun sivilleşmesi mi, siyasallaşması mı?

04:003/09/2021, Cuma
G: 3/09/2021, Cuma
Mehmet Metiner

1993’te genel yayın yönetmenliğini yaptığım Yeni Zemin dergisinde ordunun Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını ve sivil otoritenin emrinde olması gerektiğini önermiştik. Sivilleşme kavramından kastımızın, sivil otoritenin koşulsuz emrinde olmak anlamına geldiğini bilmem hatırlatmama gerek var mı?Sivil otorite, demokrasilerde belirleyici en üst otoritedir. Sivil otorite, siyasi otoritenin diğer adıdır. Vekâlet ve yönetme yetkisini halktan alan bir otorite haliyle demokraside belirleyici yegane

1993’te genel yayın yönetmenliğini yaptığım Yeni Zemin dergisinde ordunun Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını ve sivil otoritenin emrinde olması gerektiğini önermiştik. Sivilleşme kavramından kastımızın, sivil otoritenin koşulsuz emrinde olmak anlamına geldiğini bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Sivil otorite, demokrasilerde belirleyici en üst otoritedir. Sivil otorite, siyasi otoritenin diğer adıdır. Vekâlet ve yönetme yetkisini halktan alan bir otorite haliyle demokraside belirleyici yegane güçtür. Asker ve sivil bürokrasi, sivil otoritenin her anlamda emrinde olmak durumundadır.

Bizim Yeni Zemin’de savunduğumuz ana fikir, koşulsuz demokrasiydi. Biz demokratik devletten yanaydık. Demokratik devlet, bize göre, ideolojisi olmayan bir devletti. Evet, demokrasi özü itibariyle ideolojisizdir. Vatandaşların ideolojileri olabilir, ama demokratik devletin kendi vatandaşlarına empoze edeceği bir ideolojisi olmaz. Demokratik devlet doğası gereği farklı ideolojileri ve hayat tarzları olan vatandaşlarına eşit mesafede duran bir devlettir. Biz laikliği de bu demokratik temelde tanımlayıp sahiplenmeyi gerekli gören bir anlayışa sahiptik. Laikliği devlet marifetiyle vatandaşlara dayatılacak bir ideoloji veya hayat tarzı olarak gören laikçi anlayışı demokrasiyi boğan ve toplumsal barışı bozan bir zehirli ideoloji olarak tanımlardık. Biz demokratik laiklik anlayışının bir arada barış içerisinde yaşamanın önemli bir formülasyonu olduğuna inanırdık. Hâlâ böyle inananlardanım.

O tarihlerde devleti laikçi bir ideolojinin aparatı olarak gören ve vatandaşların inanma ve hayat biçimlerine müdahaleyi zorunlu gören jakoben ve otoriter anlayışlara karşı mücadele ederken altını önemle çizdiğimiz husus şuydu: Biz demokrasinin ve laikliğin bizatihi kendisine değil demokrasinin ve laikliğin ideolojik, dışlayıcı ve baskılayıcı yorumlarına karşıyız. Dinin Taliban yorumuna karşı çıkmak nasıl ki sizi dinden çıkartmıyorsa laikliğin laikçi yorumuna karşı çıkmak da sizi zinhar laiklik düşmanı kılmaz. Bu cümleden olarak ordunun azınlıkçı vesayetçi laikçi bir güruhun ideolojisine göre konumlandırılmış bir rejimin bekçisi olarak görevlendirilmesine karşı çıkarkenki duruşumuz, sivil otoriteyi gerektiğinde alaşağı etmeyi kendine ideolojik misyon edinmiş bir ordu gerçekliğine demokrasilerde yer olmayacağına dair anlayışımızla alakalıydı. Bu ikisi arasındaki farkı bilmeyenlere ayrıca bir açıklama yapmayı zâid addederim.

Yeni Zemin’de 28 yıl önce dile getirdiğimiz ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz ve toplumsal barışımız adına hayli gerekli ve yararlı olan bir projenin AK Parti lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından uygulanmasına “İslamcı” aidiyet üzerinden başkaca bir anlam yüklemek hakikaten üzücü. O günkü “İslamcı” anlayışımız yukarıda çerçevesini çizdiğim demokrasi ve demokratik laiklikle anlayışıyla uyumlu bir anlayıştı. O yüzden “İslamcı mahalle”nin o günkü kanaat önderlerinin bize nasıl veryansın ettiklerini, dahası bizi “Amerikancı İslamcılık” yapmakla suçladığını hatırlatmama bile gerek yok. Demokrasiyi ve demokratik laiklik anlayışını savunduğumuz için şimdi CHP’de siyaset yapan eski bir RP’li/Ak Partili siyasi aktörün şahsıma neler neler dediği ise bahsi diğerdir. Demokrasiyi küfür ve şirk, laikliği de dinsizlik olarak kabul edenlere karşı o dönemde demokrasiyi ve özgürlükçü laiklik anlayışını bu şekilde savunmak mangal gibi bir yürek isterdi. O günlerde bize zehir zemberek suçlamalarda bulunanlar daha sonra bizden daha fazla bu söylemleri savunur hale geldiler. Ne yazık ki bize yaptıkları haksızlıklar için bir gün olsun özür dileme ihtiyacı bile hissetmediler. Bu söylemlerin Yeni Zemin’i ve sonrasında Sözleşme dergisini çıkaran bizlere ait olduğunu bir gün olsun belirterek hakkımızı teslim etme gereği bile duymadılar. Bu da bahsi diğer olsun.

Yeri gelmişken belirteyim: “Bu iş siyasetle ve partiyle olmaz, demokrasi küfürdür!” diyenler bizden önce partilere girdiler, köşe başlarını kaptılar, bakanlık mertebelerine kadar ulaştılar. Onlardan biri şu an CHP’de aktif siyaset yapıyor. Ne ilginç, ne yaman bir çelişkidir bu Yarabbi!

ORDUYU KİMSE SİYASETE ALET ETMEMELİ…

Sözün sonuna geliyorum. O yüzden diyeceğimi dümdüz diyeyim:

Ordunun sivil otoritenin emrinde olmasını ne kadar savunuyorsam bir o kadar da siyasallaşmasına karşı çıkıyorum.

Orduya siyaset zinhar bulaştırılmamalıdır. Siyasi tercihlere veya ideolojik mülahazalara göre değil tamamen ehliyet ve liyakat kriterine göre belirlenmiş bir düzene ihtiyacı vardır ordunun. Ordumuzun FETÖ vb. ihanet odaklarından arındırılması bu anlayışın bir gereğidir elbet.

Orduyu beğenmediği sivil otoriteyi devirmesi gereken bir ideolojik/siyasi silah gücü olarak görenler de, orduyu herhangi bir partinin, siyasetin ve ideolojinin emrine koşulması gereken bir güç olarak tasarımlayanlar da bu ülkeye fana halde kötülük etmiş olurlar.

Orduyu siyaseti bulaştırmamak ne kadar gerekliyse, ordu üzerinden tahrikçi ve tahripkar siyasetlerden kaçınmak da bir o kadar gereklidir.

Ordumuz, milletin ordusudur. Millet ise hepimizden ibarettir.

#Milli Savunma Bakanlığı
#Taliban
#AK Parti
#CHP
#FETÖ