Bu sıralar okumaya odaklandım.
Birbirinden değerli kitaplar yayınlayan Ketebe’nin kitapları başucumda duruyor.
Birini okumak için alırken gönlüm ötekisinde kalıyor.
Ketebe, yayınevi olmanın ötesinde bir mektep.
Bir talebe heyecanıyla yüklenip kendimle getirebildiğim kitapları bir bir okuyorum belli bir sistematik dâhilinde.
Okumak, benim için yazmaktan evla oldu hep.
Her yeni kitapla birlikte ne çok şey bilmediğimin farkına vardıkça daha çok okumanın gerekliliğine dair inancım artıyor.
Hiçbir şey okumadan her şeyi biliyor havasında ahkâm kesenlerin sayıca çoğaldığı bir dünyada kitaplara sığınmak en anlamlısı.
Okuduğu birkaç kitap dolayısıyla allame kesilenleri gördükçe “ilim kendin bilmektir” diyen bilgeliğin karşısında bin kez daha eğiliyorum.
“Bir şey biliyorsam, o da hiçbir şey bilmediğimdir” diyen bilgelikle sağaltılmış tevazu, ezberci politik sloganlarla ön kesmeye çalışan echelin kibri karşısında bugün boynu bükük kalıyorsa oturup düşünmek lazım elbet.
Kur’an boşuna “cahillerden yüz çevir” dememiş elbet.
Cehalet bir de siyasi fanatizmle besleniyorsa artık sözün anlamını tamamen yitirdiği bir yerdeyiz demektir.
Siyaset, tarafgirliği derinleştirdikçe fanatizmi de çoğaltıyor.
Herkes yalnızca durduğu yeri önemsiyor.
Kendinden olanı melek, karşısında olanı da şeytan gibi görmeye başlıyor.
Bu siyasi tarafgirlik “mutlak hakikat” söylemini acımasız bir silaha dönüştürüyor.
Herkes kendini mutlak hakikatin temsilcisi gibi görüyor.
Tıpkı uzun geçmişimizdeki mezheplerin savunduğu “fırkayı naciye “ anlayışı yeni bir forma bürünüyor.
Siyaset o yüzden akılları körleştiriyor, vicdanları katılaştırıyor, adalet duygusunu rafa kaldırıyor.
Güç ve iktidar sahibi olma hırsı kutsal bir amaca dönüşüyor.
O vakit de o amaca ulaşmak için her yol mubah görülüyor.
Buna kan dökme de dâhil.
Hem de en uluların en değerlilerin kanı da dâhil buna.
Siyasetin katil olduğu gerçeği tarihsel örnekleriyle okunduğunda görülür ki telafisi mümkün olmayan ve sadece yaşandığı zamanla sınırlı kalmayıp gelecek yüzyıllara sari bulaşıcı hastalıkları da bünyesinde taşıyor.
Bugünkü mezhep kavgalarının aşırı derece politize bir kılıfa büründürülerek karşımıza çıkmasının sebeplerini tarihsel arka planı bilmeden anlamak mümkün değil.
Bugünkü itikadi kavgaların temelinde hangi siyasi saiklerin veya iktidar oyununun yer aldığını bilmeden konuşanları gördükçe cehalete eşlik eden kör taassubun nasıl farklı bir düzlemde sürdüğünü üzülerek görüyoruz.
Ketebe’den çıkan şu iki kitap konuyu anlamak/anlamlan-dırmak için ziyadesiyle önemli: Tematik İslam Tarihi (Prof. Dr. Adnan Demirci) ve İslam Mezhepleri Tarihi (Prof. Dr. İbrahim Halil Bulut).
Bence sırasıyla her ikisi okunduğunda ne demek istediğim anlaşılır.
Her şey Hz. Osman’ın (ra) katliyle başlıyor.
Düşünebiliyor musunuz, İslami yönetimin merkezi olan Medine’de Üçüncü Halife, Peygamberimizin (sav) damadı olan Hz. Osman kendi evinde hunharca katledilebiliyor.
Tamamen siyasi saiklerle gerçekleşen bir isyanın ardından gerçekleşen bu katli gözü dönmüş Müslüman asilerin önde gelenleri işliyor.
Hz. Osman’ın yönetiminden kaynaklı hoşnutsuzluğun siyasi saiklerle döküldüğü isyan mecrası beraberinde korkunç kıyımlar getirecektir.
Hz. Ali’nin (ra) bu kanlı ve kaotik ortamda halifeliği sorun çözülsün niyetiyle kabul etmesi, Şam Valisi ve Hz. Osman’ın akrabası Muaviye’nin Hz. Ali’ye başkaldırması, bu süreçte Mekke’de bulunan Peygamberimizin eşi Hz. Aişe’nin içlerinde cennetle müjdelenmiş ashabın da bulunduğu bir grubun başına geçerek Hz. Ali’yle Hz. Osman’ın katillerinden hesap sormadığı ve en kötüsü o katilleri ordusunda tutması gerekçesiyle savaşıma tutuşması, yani Cemel ve Siffin savaşlarıyla kanlanan süreç beraberinde derin ayrışmaları getirmiştir.
Hz. Ali taraftarlığı anlamına gelen Şia, Hz. Ali’nin yanında savaşırken Sıffin savaşında hakem olayını kabul ettiği için Hz. Ali’den kopan tekfirci ve katliamcı Haricilerin boy göstermesi, sonrasında beliren iktidar kavgalarında Peygamberimizin pak torunlarının Kerbela’da ve dahi sonrasında değişik tarihlerde acımasızca katledilmeleri, haliyle bu sürecin her farklılaşmanın kendini meşrulaştırmaya dönük kelami ve itikadi ekollere dönüşmesini beraberinde getirmiştir.
Peygamberimizin yerleşik asabiye ( kabilecilik/ırkçılık) yerine ikame ettiği akide anlayışı, bu süreçte sonlandırılmıştır. Akide yerini tekrar eski cahiliyye dönemindeki asabiyeye bırakmıştır. İstişareye dayalı yönetim şekli Arapçılık ve kabilecilik temelli bir saltanat rejimine dönüşmüştür.
Lafı uzatmadan bitireyim:
Lütfen bu her iki kitabı da sırasıyla okuyun ki bugün dahi itikadi düzeyde devam eden tartışma ve kavgaların gerçek sebepleri bilinsin.
En önemlisi de benzer hatalara bugün siyasi tarafgirlik adına düşmemek için bilmek gerekir.
Dün için hayıflananların nedense bugün benzer şeyler yaptıklarını gördüğümüzde şaşırıyor ve üzülüyoruz elbette.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bizim Şiilik ve Sünnilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim İslamiyet diye bir dinimiz vardır” deme ihtiyacını niye hissettiğini ve bunun siyaseten neye tekabül ettiğini anlamak isteyenlere bu her iki kitabı da tefekkürle okumalarını salık veririm.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.