Öcalan’la görüşme, DEM’in muhataplığı ve Suriye’nin kuzeyi…

04:0015/10/2024, Salı
G: 15/10/2024, Salı
Mehmet Metiner

Her şey Sn. Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başladı. Ardından yeni bir “çözüm süreci” lafları tedavüle sokuldu. Bahçeli’nin uzattığı o el siyaseten çok anlamlıydı. Niçin uzattığına dair yaptığı açıklamalar çok daha anlamlı ve kıymetliydi. Ne yazık ki DEM Parti bunun kıymetini bilemedi. Bahçeli’nin uzattığı el ile içerde oluşturmak istediği barışçıl siyasi iklimi zehirledi. Aslında orta yerde yeni bir çözüm süreci yoktu. Ama olmasını isteyenler bu konuyu çeşitli dedikodularla

Her şey Sn. Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başladı. Ardından yeni bir “çözüm süreci” lafları tedavüle sokuldu.

Bahçeli’nin uzattığı o el siyaseten çok anlamlıydı. Niçin uzattığına dair yaptığı açıklamalar çok daha anlamlı ve kıymetliydi. Ne yazık ki DEM Parti bunun kıymetini bilemedi. Bahçeli’nin uzattığı el ile içerde oluşturmak istediği barışçıl siyasi iklimi zehirledi.

Aslında orta yerde yeni bir çözüm süreci yoktu. Ama olmasını isteyenler bu konuyu çeşitli dedikodularla süsleyerek servis ettiler. İmralı’da Öcalan’la yeniden görüşmelerin başladığı ve Öcalan’ın talebi üzerine İmralı’dan Kandil’deki terör baronlarıyla bir telefon görüşmesinin gerçekleştiği filan iddia edildi.

Sn. Bahçeli’nin de bunu bildiği için DEM’e bu yeni proje kapsamında el uzattığını o mahfiller söyleyip durdu.

Bu bilinçli bir yönlendirmeydi aslında.

Yaptıkları propaganda şuydu: “Türkiye, ABD-İsrail cephesi karşısında fena halde köşeye sıkıştı. Sıranın kendisine geleceğini bildiği için de içeriyi tahkim etmeye çalışıyor. Olası bir İsrail-ABD saldırısında PKK’yı bir tehdit unsuru olmaktan çıkartmak istiyor. Bu yüzden Öcalan’la İmralı’da tekrar görüşme mecburiyetinde kaldı. Bahçeli de bu devlet projesi dolayısıyla DEM Parti’ye el uzattı.”

Bu propagandanın amacı şuydu: Milliyetçi oyları MHP’den uzaklaştırmak. AK Parti’nin Kürtlerine oynamak. DEM Parti’nin devlet tarafından muhatap alınacağı algısı üzerinden de hem DEM’den kaçan Kürtleri tekrar konsolide etmek hem de AK Parti’ye oy veren Kürtleri DEM’in tekrar siyasi etki alanına sokmak.

DEM’i bölgenin ve dolayısıyla Kürtlerin geleceğini belirleme gücüne sahip siyasi bir merkeze dönüştürmeyi amaçlayan bu yeni çözüm süreci iddialarının bu algı operasyonu çerçevesinde tedavüle sokulmasına ilk itiraz edenlerden olduğumu beni takip eden herkes biliyor.

Bir yandan Bahçeli’nin oluşmasını istediği siyasal iklimin çözüm için ne kadar elzem olduğuna dikkat çekerken öbür yandan DEM’in siyasi tuzağını bozmanın da ne kadar gerekli olduğuna altını çizerek dikkat çektim.

Ne yazık ki bu bağlamda dediklerim o birileri tarafından tekrar çarpıtılarak sunuldu.

O yüzden tane tane anlatmak bir kez daha farz oldu.

ÖCALAN’A BAKIŞIM… ÖCALAN’LA GÖRÜŞÜLMELİ Mİ?

-Hiç kuşkusuz Öcalan PKK terör örgütünün lideridir.

-Öcalan’la devlet yakalandığı andan itibaren sürekli görüşme halindedir.

-Öcalan’la müzakereler AK Parti iktidarından önce başlamıştır.

-Öcalan yapılan müzakereler sonrasında örgütüne 1999’da ülke dışına çıkma talimatı vermiştir. O yüzden yakalandıktan sonraki süreçte örgüt yurtdışına çekilip eylemlerine son verdiği için o tarihlerde terör olayları durma noktasına gelmiştir. O günkü Hükümet partileri bu başarıyı kendilerinden bilmişlerdir. Oysa gerçek şudur: Terörle mücadelede Hükümet başarılı olduğu için değil Öcalan eylemsizlik talimatı verdiği için bu sonuç ortaya çıkmıştır.

-AK Parti iktidara geldikten sonra Öcalan’dan Kandil’e İmralı’dan avukatlar marifetiyle ulaştırılan yeni talimatla (Ağustos 2004’te) terör eylemsellikleri tekrar başlamıştır. Öcalan’ın o tarihte tamamen askerin kontrolünde olan İmralı’da avukatları aracılığıyla Kandil’e böyle bir talimat göndermesine nasıl izin verildiği de bahsi diğerdir. Sonraki süreçte bir tarafta artarak devam eden AK Parti’nin iktidarından rahatsız asker-sivil bürokrasinin hamleleri, diğer tarafta tekrar başlayan PKK terör saldırılarının nasıl bir amaç ortaklığına dayandığını bilmem söylememe gerek var mı?

-Öcalan’la AK Parti iktidarı döneminde de müzakereler yapılmıştır. Malum “çözüm süreci”yle PKK’ya silah bıraktırılmak istenmiştir. Ne yazık ki amacı doğru ama yöntemi ve siyasaları yanlış eksene oturtulan süreç, çözümsüzlüğü derinleştirmekten öte bir sonuç doğurmamıştır.

-“Milli Birlik ve Kardeşlik” veya “Çözüm süreci” denilen süreci amacı itibariyle desteklediğim gibi yol ve yöntemi itibariyle eleştirdiğimi de ilgililer bilirler. Milletvekili olduğum o dönemde parti içi toplantılarımızda yaptığım sert eleştirileri herkes bilir. O tarihteki PKK partisinin devlet eliyle kıymete bindirilip güçlendirilmesinin nasıl bir siyasal yıkıma yol açacağına dair eleştirilerimi “Böyle devam edecekse çözüm süreci sonlandırılmalı” ihtarıyla sonlandırdığımı da herkes bilir. Cumhurbaşkanımızın Dolmabahçe’deki o görüşmeden sonra süreci sonlandırdığını açıklamasına dönemin Hükumet Sözcüsü hiddetle tepki gösterirken benim ekranlarda Cumhurbaşkanımızın bu kararına nasıl destek verdiğimi de arşivden indirip görebilir herkes.

-Bahçeli’nin anlamlı tavrından sonra başlayan yeni çözüm süreci taleplerine ilk tepki koyanlardan biriyim ben. Geçmiştekine benzer bir sürecin çok daha büyük siyasi yıkımlara yol açacağını söyleyerek devlete-hükümete gerekli uyarıları yapmaktan geri durmayan biriyim. Hele bu süreçte DEM Parti’nin devlet tarafından muhatap alınmasının siyaseten yol açacağı yıkımların telafisinin imkansız olacağına dikkat çekenlerdenim ben. Öcalan’ın bu süreçte silah bırakılması yönünde vereceği talimatın Kandil’de karşılık bulamayacağını, çünkü Kandil’in ipinin bütünüyle ABD ve İsrail’in elinde olduğunu hatırlatanlardanım ben. O yüzden Öcalan’la bu temelde bir müzakere masasına oturulmasının faydasız olacağını söyleyenlerdenim ben.

-Öcalan’la devlet dilediği zaman görüşmeli. Zaten görüşüyor. Bu tür görüşmelerde hiç bir sakınca görmediğimi açıkladığım için birileri beni tekrar hedef tahtasına oturttu. Vız gelir tırıs gider. Şu an konjonktür müsait değil. O nedenle silah bırakma meselesinin Öcalan’la müzakere edilmesini ve bu vesileyle tekrar DEM Parti’nin itibarlı bir aktör olarak konumlandırılmasını son derece yanlış ve zararlı buluyorum. Bunu açıkça belirttiğim halde o birilerinin sanki ben Öcalan’la Hükümet otursun görüşsün ve yeni bir çözüm süreci başlatsın dediğimi varsayarak algı operasyonuna girişti. Hiç tınmam bile. Yarın şartlar olgunlaştığında devletin ilgili birimlerinin Öcalan’la müzakere etmesinde asla bir sakınca görmem, Öcalan’ın talimatıyla PKK’nın silah bırakmasını sağlayacak süreçlerin de destekçisi olmak gerektiğine inanırım.

-Devlet bu süreçte de Öcalan’la elbette görüşebilir. Gerekli görüyorsa görüşür. Bunda bir sakınca görmem. Şayet Öcalan örgütünün ABD-İsrail aparatına dönüştürülmesinden rahatsızsa ve bu rahatsızlığını da duyurmak istiyorsa buna imkan sağlamanın ülke yararına olacağına inananlardanım. Bu cümleden olarak DEM siyasetine de bütünüyle Türkiye partisi olma yönünde bir ayar çekecekse bunun da siyasi bir iklimin oluşmasına katkı sağlayacağına inanırım. Bu yönde bir irade beyanı varsa bu mülahazalarının paylaşılmasını her bakımdan yararlı görürüm. Dediğim bu benim. Öcalan bu süreçte böyle bir rol üstlenir mi bilmem. Buna son tahlilde devletin ilgili birimleri karar verecektir. Bunda bir sakınca görmem demem, Öcalan’ı devlet-hükümet ne pahasına olursa olsun muhatap alsın görüşsün anlamına gelmez elbet. Her sözümüze de şerh düşme mecburiyetinde bırakmazsanız diyorum.


KÜRDÜN YÖNETİMİNE DEĞİL PKK DEVLETÇİLİĞİNE KARŞIYIZ

AK Parti Hükümetimizin Suriye’nin kuzeyinde ABD desteğiyle PKK üzerinden oluşturulmak istenen “İkinci İsrail” oluşuna karşı çıkmasını PKK çevreleri ve PKK’ya arka çıkan güçler hep “Kürt düşmanlığı” biçiminde yorumlayıp durdular. PKK terör örgütüne yönelik mücadeleyi de “Kürt katliamı” biçiminde sundular.

AK Parti’mizin Kürtler nezdindeki algısını bozmak için yapılan bu propagandaların elbette aslı astarı yok.

Geçen gün Euronews Türk’ten Ramazan Dengiz’e verdiğim röportajda bu hususun altını çizme gereği duydum.

Özetle dediğim şuydu:

-Biz Kürtlerin kazanımından rahatsızlık duyan bir parti değiliz. Bizim Hükümetimiz Suriye’deki Kürtlerin ne yönetiminden ne de kazanımlarından rahatsızlık duyar. Tersine memnuniyet duyar. Çünkü Kürt de biziz, Türk de biziz. Türkiye Kürtlerin de devletidir. O yüzden partimizin ve hükümetimizin Kürtlere düşmanlık beslediği veya onların kazanımlarından rahatsızlık duyduğu iddiası asılsızdır, yalandır. Eğer öyle olsaydı Irak’taki Kürt yönetimiyle derin kapsamlı ilişkiler kuran bir hükümet olmazdık.

-Suriye halkı yarın kendi anayasasını yapar ve o anayasada tıpkı Irak’takine benzer Kürt otonom bölgesinin kurulmasına karar verilirse buna hiç bir itirazımız olmaz. Bizim itirazımız, yıllar yılıdır ülkemizle savaşım halinde olan PKK’yadır. PKK eliyle oluşturulmak istenen “İkinci İsrail” devletçiğine ülkemizin güvenliği ve birliği açısından asla izin vermeyiz.

-Biz hükümet olarak dinci terör örgütü DEAŞ ile de mücadele ediyoruz. Nasıl ki DEAŞ ile mücadele etmek İslamiyet düşmanlığı anlamına gelmiyorsa terör örgütü PKK ile mücadele etmek de Kürt düşmanlığı anlamına gelmez.

Ekleyerek bitiriyorum:

PKK sadece Türkiye için değil Kürtler için de bir güvenlik sorunudur. PKK Suriye’nin kuzeyinde orada yaşayan Kürt halkını arkasına aldığı ABD-İsrail marifetiyle silahla baskılayarak tahakküm altına almıştır. Kürtler üzerinde oluşturduğu korku ve baskı rejimi kelimelerle tarif edilemez. PKK gibi düşünmeyen Kürtler adeta esaret altındadır. O yüzden AK Parti Hükümetimizin PKK tehdidini ortadan kaldırmaya odaklı mücadelesi, aynı zamanda Kürtleri de özgürleştirme mücadelesidir. Bunun Kürt düşmanlığı be katliamı biçiminde sunulması büyük bir yalandan ibarettir.

#türkiye
#siyaset
#Mehmet Metiner