“Kürt sorunu” dışında yeni bir paradigma inşası…

04:0026/11/2024, Salı
G: 26/11/2024, Salı
Mehmet Metiner

Kürt ile sorun kelimesini yan yana getirmek yanlış. Bu Kürt'e sorunlu bakış açısının bir eseri. “Kürt sorunu” tabiri içine yerleştirilen bu sorunlu bakış açısı ne yazık ki dillere pelesenk oldu. Karşı çıkanlar bile “Kürt sorunu” demeden bir cümle kuramaz hale geldi. Bugün bile bu böyle. Kürt'ün üzerine yapıştırılan “sorun” sıfatı, tarihsel anlatılarla da beslenir oldu. Bu algı operasyonu, bizatihi sorunu üreten kurucu aklın bir oyunuydu. *** “Kürt isyanları” tabiri uyduruldu. “Kürt sorunu” ile “Kürt

Kürt ile sorun kelimesini yan yana getirmek yanlış.

Bu Kürt'e sorunlu bakış açısının bir eseri.

“Kürt sorunu” tabiri içine yerleştirilen bu sorunlu bakış açısı ne yazık ki dillere pelesenk oldu.

Karşı çıkanlar bile “Kürt sorunu” demeden bir cümle kuramaz hale geldi.

Bugün bile bu böyle.

Kürt'ün üzerine yapıştırılan “sorun” sıfatı, tarihsel anlatılarla da beslenir oldu.

Bu algı operasyonu, bizatihi sorunu üreten kurucu aklın bir oyunuydu.

***

“Kürt isyanları” tabiri uyduruldu.

“Kürt sorunu” ile “Kürt isyanları” tabirini yan yana koyun, ortaya çıkan olumsuz algıyla neyin amaçlandığı kolaylıkla anlaşılır.

Oysa adı anılan isyanların hiç biri veya tamamına yakını gerçekte “Kürt isyanı” değildi.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadarki süreçte bölgede ortaya çıkan isyanların temelinde ayrı bir devlet iddiası veya amacı yoktu.

İçinde Kürt'ün yer aldığı ama Kürtlükle ilgili taleplerin yer almadığı bu isyanlar “Kürt isyanları” veya “Kürtçülük ayaklanması” biçiminde verildi.

Resmi tarih tezi bunun üzerine oturtuldu.

Gerçek öyle miydi?

Asla!

Sözgelimi, Osmanlı dönemindeki meşhur Bedirhanilerin isyanı, merkeziyetçi yönetim politikalarına karşı yerelin bir isyanıydı.

Osmanlı-İran savaşından sonra Yavuz Sultan Selim ile Kürt aşiret reisleri arasında imzalanan yerel özerklik-otonomi sözleşmesinin Batılılaşma süreçleriyle başlayan merkeziyetçi devlet politikalarıyla darbelenmesine duyulan tepkilerin Kürtlük-Kürtçülük bilinciyle alakası yoktu.

Zira o dönemde ete kemiğe kavuşmuş milliyetçilik-ulusçuluk bilinci yoktu.

Sözgelimi, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan Şeyh Said ve Dersim isyanlarının da Kürtlük-Kürtçülük bilinciyle alakası yoktu.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında (1927-28) Kürtlük-Kürtçülük amacıyla karşımıza çıkan tek isyanın, Hoybûn cemiyetinin örgütlediği Bitlisli İhsan Nûri Paşa isyanı olduğu söylenebilir. İhsan Nûri önderliğindeki Birinci ve İkinci Ağrı kalkışmaları ayrılıkçı temellidir. Yaygınlaşmadan kısa sürede İran’ın da yardımıyla bastırılmıştır.

Konumuz isyanlar-kalkışmalar olmadığı için bu kadarıyla yetinmeyi gerekli görüyorum.

Bilinmesi gereken gerçek şudur: Resmi tarihin “Kürt isyanları” başlığı altında aktardığı isyanların tamamına yakını Kürtlükle-Kürtçülükle, yani ayrılıkçılıkla-bölücülükle alakalı değildir.

Osmanlı’nın son döneminde kurulan başında Kürt kelimesi bulunan derneklerin tamamına yakını da resmi tarih tezinin aktarımı gibi ayrılıkçı-bölücü değildir. İçlerinde Fransız ulusçuluk akımından etkilenen kimi Kürt milliyetçi aktörler bulunsa dahi amaçları itibariyle bu dernek ve cemiyetlerin kahir ekseriyeti Osmanlı birliğinden ve ümmet fikrinden yana idiler. Fransız tipi ulusçuluk-milliyetçilik fikri Kürtler arasında pek bir kabul gören fikir değildi. O yüzdendir ki ayrıksı talepleri olan kimi Kürt aydın ve siyasetçilerinin Osmanlı düşmanlarıyla aynı masaya oturup müzakere etmeleri bile ihanet sayılıyordu. Dönemin kudretli devletlû siyasetçilerinden Kürt Mehmet Şerif Paşa’nın Osmanlı topraklarının paylaşılması için Paris’te yapılan konferansa katılması bile şiddetli tepkilere neden oluyordu. Şerif Paşa’nın Kürtlere ait topraklarda kurulmak istenen Ermenistan devletine karşı çıkarken Kürdistan’ın sınırlarını belirleyen haritası sanki Ermenistan’la beraber Osmanlı’dan ayrı bir Kürdistan kurulmak isteniyor biçiminde anlaşılıp tepkiyle karşılanmıştı. Oysa Şerif Paşa Osmanlı’ya ve hilafete bağlılığı mutlak esas alan bir fikre sahipti. Yani özünde Osmanlı’dan koparılacak ve Osmanlı’dan bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması taraftarı değildi. Buna rağmen Kürtlerden yükselen tepkiler nedeniyle delegelikten istifa edip geri dönmüştü.

***

Fransız tipi ulusçuluk-milliyetçilik anlayışı CHP eliyle bir devlet paradigmasına dönüşünce olan oldu. Fransız ulusçuluk-milliyetçilik anlayışına bir de laikçilik eklemlenince milletin birliğini ve değerlerini ayakta tutan sistem çöktü.

Kürt'ün Kürt olarak varlığı sorun olarak görüldü.

Dili yasaklandı.

Farklılığı inkar edildi.

İnkardan kaynaklı sorunun adına da “Kürt sorunu” denildi.

Halbuki Kürt sorun değildi.

Milli Mücadele’nin temel harcı, ülke ve millet birliğinin ana harcı, adı Cumhuriyet olarak konulan yeni idarenin de kurucu harcıydı.

İnkarla birlikte sorun ortaya çıktı.

CHP’nin kurucu aklı artık Kürt'ün varlığını “sorun” olarak görüyordu.

Sonrası hepimizin malumu.

Bugünlere hangi kanlı uğraklardan geldiğimiz de biliniyor.

Bugün hâlâ bu sorunu konuşup duruyoruz.

Bilen bilmeyen herkes “Kürt sorunu” diyor.

Sorunun müsebbibi olan CHP ısrarla “Kürt sorunu” diyor. “Bu sorunu ben çözeceğim” diyor. Ama nedense bu sorunun tanımını da yapmıyor. Nasıl ortaya çıktığına da değinmiyor, en önemlisi de nasıl çözeceğini de açıklamıyor.

İşin bir diğer paradoksu Kürt ile sorunu birbirine ekleyen CHP’nin kurucu aklının ürettiği bir denklem içinde, yani “Kürt sorunu” denklemi içinde güya Kürtler adına hareket ettiğini söyleyen PKK’nın partisi DEM, CHP ile yoldaşlık ediyor. Hem de CHP’nin sorun üreten o inkarcı devlet paradigmasını tarihe uğurlayan Erdoğan’ı devirmek için.

Her ikisi de ısrarla “Kürt sorunu” demeye devam ediyor.

“Kürt sorunu yok!” diyen Erdoğan aklını bilerek Kürt inkarcılığıyla suçlayarak hedef saptırıyor.

CHP’nin kurucu aklının “Makbul Türk”ü ile PKK-DEM’in kurucu aklının “Makbul Kürt”ünün özde aynı olması, CHP-DEM arasındaki yoldaşlık-ittifak ilişkisinin hangi sistemik temel üzerine oturduğunu göstermesi bakımından düşündürücüdür.

***

Çözülmesi gereken ana sorun budur aslında.

Kürtleri sadece sorun olarak gören CHP’nin kurucu aklı değildir; PKK-DEM’in kurucu aklı da kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan Kürtleri sorun olarak gören bir akıldır. Hatta imha edilmesi gereken düşman olarak gören akıldır.

CHP’nin kendi kafasındaki Türk’e benzemeyen ve benzememekte inat eden Türk’e yaklaşımı neyse PKK-DEM’in de Kürt'e yaklaşımı odur. O yüzden PKK-DEM Kürtlerin de sorunudur. PKK-DEM’e göre kendi ideolojisine uygun düşünen, davranan bir Türk, kendi ideolojisine ve kurucu aklına karşı Kürt’ten daha evladır. Tersi CHP için de geçerlidir.

Kürt'ü sadece CHP’nin kurucu aklı değil PKK-DEM’in kurucu aklı da “sorun” olarak görmektedir.

Kendisinden farklı Türk’ü de Kürt’ü de “sorun” olarak gören her iki kurucu aklın aslında kendisi “sorun”dur.

Asıl bu sorun çözülmelidir.

Kürt'e yapıştırılan “bölücü-isyancı” yakıştırması ve Kürt'ün inkarına dayalı devlet paradigması Kürtleri sorun olarak gören Fransız tipi ulusçu-milliyetçi aklın ürünüydü.

İnkarı sonlandıran Erdoğan’a düşmanlıkta ortaklaşmaları, aynı aklın farklı versiyonları olmasından dolayıdır.

Kürtlerin elbette sorunları ve talepleri var.

Bu sorunlar ve talepler için yegane çözüm, her iki aklın da devre dışı bırakılmasından geçer.

Her iki kurucu aklın parantezine alınan çözüm önerileri, ortak vatanda tek devlet çatısı altında farklılıklarımızla birlikte tek bir millet olarak yaşamamızın önündeki çözümsüzlük önerileridir.

Her iki kurucu aklın dışında çözüm pekala mümkündür.

Ama sorundan beslenenler çözümsüzlüğü derinleştiren önerilerle direnç göstermeye devam ediyorlar.

Birileri “Türklük”, birilerinin “Kürtlük” üzerinden yaptığı bu düşmanlaştırıcı siyaset, ne Türk’ün ne de Kürt’ün isteğidir.

Her iki kurucu akıl üzerinden sorun ve talep paketi açıklayanlar Türkiye realitesinden ve sosyolojisinden kopuk bir süreçle çözüm arama yoluna giderek kaybettiriyorlar.

Bir de elindeki silahı bırakma şartını; kendileri için ideolojik iktidar temini, bir diğer deyişle, kendileri için bir statü ve egemenlik teminine bağlayanlar “Kürt sorunu çözülmeden” diye başlayan cümlelerin arkasına sığınarak Kürtlere daha fazla kaybettiriyorlar.

Kürtler veya Kürtler adına ortaya koydukları talepler, kendi ideolojik statü ve egemenlikleri için araçsal öneme sahip yalnızca.

Sorunu çözmek isteyenler her iki kurucu aklın dışında yeni bir paradigma inşa etmelidirler. Gayrısı boşa kürek çekmek olur, yazık olur.

#türkiye
#siyaset
#Mehmet Metiner