Irkçı-faşist dip dalgaya dikkat!

04:0018/10/2024, Cuma
G: 18/10/2024, Cuma
Mehmet Metiner

Türkiye’de ırkçı faşist bir hat var. Son derece tehlikeli. Kaba, dışlayıcı ve küfürbaz. İdeolojik olarak sığ. Ahlaken tam çöp. Fikir yok. Cehalet diz boyu. Tek imanları sloganları. Attıkları sloganların anlamlarını bilemeyecek kadar cahil olanlar, farklı bir fikirle veya öneriyle karşı karşıya kaldıklarında kırmızı görmüş boğaya dönüşebiliyorlar. Fikri tartışmaya asla açık değiller. Sadece kendi ezberledikleri sloganları mutlak doğru bilen bir fanatizme sahipler. Ne söylendiğine bakmıyorlar. Niçin

Türkiye’de ırkçı faşist bir hat var. Son derece tehlikeli. Kaba, dışlayıcı ve küfürbaz.

İdeolojik olarak sığ. Ahlaken tam çöp.

Fikir yok. Cehalet diz boyu.

Tek imanları sloganları.

Attıkları sloganların anlamlarını bilemeyecek kadar cahil olanlar, farklı bir fikirle veya öneriyle karşı karşıya kaldıklarında kırmızı görmüş boğaya dönüşebiliyorlar.

Fikri tartışmaya asla açık değiller.

Sadece kendi ezberledikleri sloganları mutlak doğru bilen bir fanatizme sahipler.

Ne söylendiğine bakmıyorlar. Niçin söylendiğine dikkat etmiyorlar. Sadece kimin söylediğine bakıyorlar. İdeolojik olarak hasım bildikleri birine aitse ne dediğini de okumuyorlar. Baştan husumetlerini kusuyorlar.

Dilleri nefret yüklü. Körler. Sağırlar. Kendi hakikatlerinin dışındaki her söze sadece sağır değil, düşmanlar.

Düşmanlıktan besleniyorlar.

Nefretten nemalanıyorlar.

Kendilerini bu ülkenin sahibi olarak görüyorlar.

Kendileri gibi düşünmeyen herkesi de düşman.

Kendilerinin değiştirilemez-dokunulamaz kutsalları vardır.

O kutsalları kabul etmeyen herkesi hain ve düşman olarak görürler.

Hatta imha ve itlaf edilmesi gereken haşerat olarak görürler.

Başkalarının kutsallarına saygı göstermezler.

Ama herkesin koşulsuz kendi kutsallarına iman etmelerini isterler.

Hatta boyun eğmesini beklerler.

Dillerinden farklı fikirler dökülen herkesin dillerinin kesilmesini talep ederler.

Boyunlarını uzatmayanların boyunlarının vurulmasını emrederler.

Ellerinin kırılmasını, başlarının vurulmasını isterler.

Irkçıdırlar.

Faşisttirler.

Mensup oldukları ırkın üstünlüğüne inanırlar.

Ülkenin kendilerine ait olduğunu söylerler.

Başkalarının ancak kendilerine verilen haklarla yetinmesini kabul eden uyruklar olduğuna inanırlar.

Kendilerini efendi, başkalarını da köle-uyruk kabul ederler.

Kendilerine boyun eğmekle yükümlü gördüklerinden farklı bir ses çıktığını duyduklarında hemen onlara kapıyı gösterirler: “Beğenmiyorsanız defolup gidin!” derler.

Onları alenen tehdit etmekten kaçınmazlar. “Sizi darağaçlarında sallandırırız!” derler. “Haddini bilmeyen o dilini keseriz, başkaldıran o başını da gövdenden ayırırız!” derler. Bunu kendilerinde bir hak olarak görürler.

Kendilerinin kutsallarına herkesin râm olmasını beklerler. Ötesi ölümdür.

Hiç kimsenin farklı bir fikir ileri sürmesine tahammülleri yoktur.

İfade özgürlüğünü kendi kutsallarıyla sınırlarlar. Kendi ideolojik kutsallarını tartışma dışı tutarlar. Gayrı davrananlara karşı giyotinlere rahmet okutturan yollara başvururlar. Faşizmin bilinen-bilinmeyen tüm yöntemlerini uygularlar. İtibar suikastlarından tutunuz da türlü linçlere varıncaya değin her yolu denerler.

Kendilerini her şeyin sahibi olarak görürler.

Müslüman kardeşliği veya vatandaşlık hakları onlar için önem arz etmez.

Herkesin eşit olduğuna inanmazlar.

Dolayısıyla eşit haklara ve aynı özgürlüklere sahip olması gerektiğine de zinhar inanmazlar.

Böyle diyenleri ya “ümmetçi-şeriatçı” diye suçlarlar ya liberal diye tahfif ve tahkir ederler.

İslam kardeşliğine sözde olmasa bile özde karşı çıkarlar. Çünkü başkalarının kendi eşiti olamayacaklarına inanırlar. Velev ki o topluluk-kavim Müslüman dahi olsa.

Özgürlük kelimesinden rahatsızlık duyarlar. Çünkü başkalarının da kendileri kadar özgür olma hakkına sahip olmadıklarına, kendilerinin sahip oldukları özgürlüğün aynısına başkaları da sahip olduğunda milletin birliğinin bozulacağına ve ülkenin de bölünüp parçalanacağına inanırlar. O yüzden özgürlük talebini “liberallik” kisvesine bürünmüş bozguncu bir talep olarak görürler.

Onlar için makbul vatandaş olmaklığın tek ölçüsü var: Verilenle yetinmek.

Gayrısına yeltenen herkes, hele de kendileriyle aynı eşit hakka ve özgürlüğe sahip olmak isteyen herkes bölücüdür, bozguncudur, haindir, imha edilmesi gereken düşmandır.

Ülkenin siyasal sistemine dair görüş belirtme hakkını bir tek kendilerinde bulurlar.

Millet için neyin gerekli olup olmadığına karar verme hakkının bir tek kendilerinde olduğuna inanırlar.

Ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğine dair bir şey söylenecekse lütfedip bir çerçeve çizerler başkalarına. Onu da dış dünyaya ayıp olmasın diye yaparlar. “Buyrun bu çerçeve içinde fikir beyan edebilirsiniz. Çerçevenin dışına çıkarsanız sonucuna katlanırsınız.” derler.

Bunun adına da demokrasi derler, ifade özgürlüğü derler.

Demokrasinin ve ifade özgürlüğünün bu anlama gelmediğini söyleyenlere de “Sizin istediğiniz demokrasi ve özgürlük, bölücü ve bozguncu emellerinizi gerçekleştirmek için kullandığınız bir alettir.” derler.

Ülke ve millet için nasıl bir cumhuriyetin ve ne tür bir demokrasinin gerekli olduğuna bir tek kendilerinin karar verme hakkı vardır. Öyle inanırlar.

Özgürlüğün sınırını da kendi ideolojik kabullerine göre kendileri belirlerler. “Sınırsız özgürlük olmaz” söyleminin arkasına sığınarak yaparlar bunu.

Kendilerine “Sahip olduğunuz özgürlük kadar özgürlük istiyoruz, özgürlüğümüz sınırı sahip olduklarınız kadar olsun” denilince de küplere binerler. Bu durumu kölelerin kendilerini efendileriyle bir tutmasına benzetirler. O yüzden kırbaçlarını göstermekten kaçınmazlar.

Henüz bir avuç olabilirler.

Ama dipten gelen bu ırkçı-faşist dalga ziyadesiyle tehlikeli.

Hem bizi millet olarak bir arada tutan İslami akidemizi bozmaya yönelen hem de demokratik cumhuriyetimizin özgürlükçü değerlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir dip dalgadır bu.

Bu İslami kardeşliğimizle beraber toplumsal barışımızı doğrudan tehdit eden bu dip dalga karşısında ortak bir siyasi ve kültürel direnç hattı oluşturulmazsa hep birlikte kaybedenlerden oluruz.

Bu ırkçı-faşist zehri bertaraf etmek için iki güçlü panzehrimiz var bizim: Biri İslami akide temelli kardeşlik anlayışını güçlü bir biçimde savunmak ve pratiğe dönüştürmek, diğeri de millet-milliyetçilik anlayışımızı İslami akidemiz doğrultusunda sağlam bir zemine oturtmak. Başka bir deyişle, soy sop ve etnik temelli milliyetçilik anlayışını akideyle çerçevelenmiş kültürel ve kapsayıcı bir milliyetçilik anlayışı üzerine oturtmak. Bununla bağlantılı olarak demokratik cumhuriyetin hür ve eşit vatandaşlık anlayışını kuvveden fiile dönüştürmek.

Tarihi bir hatırlatmayla bitireyim bu bahsi: Bir cihan devleti olan Osmanlı’yı Batı’dan gelen etnik milliyetçilik virüsü içten çökertti, kanını emdi, iriliğini küçülttü, diriliğine darbe vurdu, birliğini bozdu. Şimdi toplumumuza enjekte edilmek istenen bu yeni ırkçı-faşist virüsle de son devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü kırmaya, birliğini bozmaya ve diriliğini tüketmeye çalışıyorlar.

O BİRİLERİNE CEVABIMDIR

Ben Suriye’nin kuzeyinde ABD marifetiyle “İkinci İsrail” olarak kurdurtulmak istenen PKK devletçiğini asla kabul etmeyeceğimizi, ama bunun PKK’nın iddia ettiği gibi Kürtlere veya Kürt yönetimine düşmanlıkla zinhar alakalı olmadığını, bizim Türkiye olarak Kürtlerle veya Kürt yönetimiyle değil Türkiye düşmanı bölücü terör örgütü PKK ile sorunumuz olduğunu, yarın Suriye’de otonom bölgelere izin veren bir anayasal düzen kurulursa o bölgede tıpkı Irak’takine benzer bir Kürt otonom yönetimi kurulursa bundan rahatsızlık duymayacağımızı söylüyorum. Salı günkü Yeni Şafak’ta çıkan yazımda geri zekâlı birinin anlayabileceği şekilde tane tane bunları anlattığım halde o yazımı okumadan sadece bazı internet sitelerinin attığı “AKP’li eski vekil Metiner: Irak’takine benzer bir Kürt otonom yönetiminden rahatsızlık duymayız!” şeklindeki başlığa bakarak şahsım hakkında aşağılık suçlamalarda bulunan bu zekâ ve idrak sorunlulara son kez tane tane diyeyim:

-Bahsettiğim ülke Suriye’dir; Türkiye değil. Suriye’de Irak’takine benzer anayasal bir otonom bölgesi oluşturulursa bundan rahatsızlık duymayız diyorum. Daha dün Cumhurbaşkanımız Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani işe görüştü. Neçirvan Barzani gibi biri Suriye’deki bölgesindeki yönetimin başkanı olarak da gelebilirdi.

-O yazımda da PKK çevrelerinin “Kürt düşmanlığı” iddiasına cevaben, “Biz Kürtlerin yönetimine değil PKK devletçiliğine karşıyız” diye apaçık yazdığım halde o zekâ ve idrak sorunu olanlar benim Suriye’de PKK yönetiminden hiçbir rahatsızlık duymadığımı söyleyerek çarpıtma yoluna gittiler. Üstelik bunu yapanlardan kimileri de güya bu ülkenin entelektüelleri arasında gösterilenlerden. Yazımı okumadan konuşma ayıbı bir tarafa hadsiz ve edepsiz suçlamaları üzerime boca etmeleri de ayıp ötesi özürlü bir durum.

-Türkiye için üniter devletten yana olduğumu kendimi bildim bileli dediğimi herkes bilir. Etnik temelli federasyon ve otonomi taleplerine karşı olduğumu da. Hatta bölücülük içermeyen idari temeldeki federatif ve otonom yönetim modellerine de Türkiye’yi bölünmeye götürme riski taşıdığına inandığım için karşı çıktığımı da.

-Türkiye benim vatanım. Devlet benim devletim.

-Bu açıklamalarımdan sonra yazımı okumadan demediğimi demişim gibi göstererek şahsım hakkında “Vatansız, vicdansız, beyinsiz” diyen birilerinin takdirini size bırakıyorum.

Vicdanı olan denilmeyeni denmiş gibi göstererek küfürler savurmaz.

Beyni olan da evvela karşı çıktığını anlama kapasitesine sahip olduğunu gösterir.

Vatanı sadece kendisine ait gören vicdansız ve beyinsiz insanların şerrinden Allah’a sığınıyorum.

Allah sadece benim gibi düşünen Kürtleri değil bu ülkenin Türklerini de, aziz vatanımızı da bu tür vicdansız ve beyinsiz insanların şerrinden korusun.


#türkiye
#toplum
#Mehmet Metiner