Türkiye’nin düşmanları yok mu? Var elbette. Ama her nedense düşmanların düşmanca saldırılarına ne vakit dikkat çeksek, anında “Dış güçler de kim?” diye bize çemkirmeyi marifet bilen bir güruh var. Asıl üzücü
Ekonomik sistemimize yönelik dışarıdan saldırı olduğunu söylediğimizde bir doğrunun altını çizmiş oluyoruz sadece. İçeride yapısal sorunların olup olmadığını söylemek ayrı bir tartışma konusudur.
Ekonomik modeller tıpkı siyasi modeller gibi türlü türlüdür. Ekonomik krizler ortaya çıktığında ülkeler kendi gerçekliklerine uygun çözümler ve modeller devreye koyar.
1929 ve 2008 dünya krizlerinde bu böyle olmuştur. Sözgelimi 2008 krizi, Çin’in düşük faiz, yüksek kur, sermaye kontrolleri ve radikal teşvik politikalarına yaslanan ekonomik modeli dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Bu ekonomi politik, gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin imalat sanayilerini çökerterek küresel ölçekli derin bir ekonomik
krize sebebiyet vermiştir. Ülkelerin buna yönelik savunma ve saldırı yöntemleri haliyle farklı olmuştur.
KURULU DÜZENLERİNİ ‘KAYGI’ İLE BESLERLER
Salgınla birlikte dünya ekonomileri çok daha derin bir krizin sarmalı içine girmiştir. Türkiye’nin bu krizden etkilenmemesi mümkün mü?
Buradaki soru şu:
Dış güçler bunun neresinde?
Şurasında: Bu tür kriz dönemlerinde sıcak paracılar, küresel ekonomik baronlar, onların elinde tuttuğu küresel şirketler ve onlarla iş birliği içinde olan yerli şirketler faizin yükseltilmesini beklerler. Çünkü sıcak paracılar veya başka bir deyişle faizci/tefeci lobiler paralarını yatırdıkları Hazine bonoları üzerinden oturdukları yerde servetlerine servet katarlar.
Yatırım ve istihdama yönelmeden elde edilen bu tatlı kârlar onların iştahlarını kabarttıkça kabartır. O yüzden faizin düşürülmesi ve üretim ekonomisine dönük ekonomik modeller onları rahatsız eder. Kendi kurulu düzenlerini sürdürmek için ülkelerin ekonomilerine yönelik saldırılarda bulunurlar.
Doların birden bire yükselmesinin sebebi budur. Güvensizlik ve kaygı oluşturarak kurulu düzenlerini bozmaya yönelik hamleleri boşa çıkartmaya çalışırlar. Türkiye gibi bir ülke söz konusu olduğunda durum biraz daha farklı bir siyasi boyut arz eder.
Türkiye’nin ABD’nin başını çektiği ve Fransa ve Almanya gibi kimi Avrupa başkentlerinin desteklediği hasmâne politikalarla karşı karşıya kaldığı dönemlerde ekonomik silah bu sürecin bir parçası olarak etkili bir biçimde devreye alınır.
Trump’ın dolar üzerinden ekonomik sistemimizi çökerteceğini ifade eden sözleri bu gerçekliğin yalın bir ifadesidir. Başka bir belgeye ihtiyaç yoktur.
EKONOMİ ÜZERİNDEN SİYASETİ YÖNLENDİRMEK
Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin küresel sisteme boyun eğmemesi ve kendi bölgesinde malum güçlerin politikalarına karşı kendi politikalarını esas alması, beraberinde hem vekâlet savaşlarını getirmiş hem ekonomik saldırıları istematik hale getirmiştir.
IMF ile borç/vesayet ilişkisini sonlandırdığı tarihten itibaren Türkiye’nin başına içeride ve dışarıda getirilenlere kabaca bakanlar, ekonomik sistemimize yönelik saldırıların kimler tarafından hangi amaçla yapıldığını anlarlar.
15 Temmuz darbe girişimiyle yapılmak istenen şey, topyekûn bir istilaydı. Suriye’nin kuzeyinde PKK üzerinden yapılmak istenen şey, askeri bir saldırının ötesinde ekonomik bir saldırının da ifadesidir. Türkiye’nin ekonomik imkânları terörle mücadele sürecinde zayıflatılmak isteniyor.
Doğu Akdeniz, Libya, Kıbrıs vb. alanlarda ülkemizi hangi güçler nasıl tasfiye etmek istiyorsa aynı güçler bu savaşın bir ayağını oluşturan ekonomi silahını da dönemsel olarak ustalıkla kullanmaktadırlar.
OYUN BOZUP OYUN KURUYORUZ
2023 seçimine gidilirken
amaç bellidir: Boyun eğmeyen Erdoğan’ı ne pahasına olursa olsun alaşağı etmek.
Gezi’yle başlattıkları ve sonrasında değişik kılıflarla sürdürdükleri sokak oyunları üzerinden deviremedikleri Erdoğan’ı 15 Temmuz’da asker kılıklı elemanları üzerinden devirmeye çalıştılar. Başarılı olamadılar. Şimdi sıra sandığa geldi. 2023 seçimi bu anlamda nihai bir hesaplaşma olacak. 15 Temmuz bitmedi. Devam ediyor. Salgınla beraber dünya ekonomilerinde baş gösteren kriz daha da derinleştirilerek Türkiye’nin içine taşınmak isteniyor. Gerçek bu.
Türkiye siyaseten direniyor. Kendi milli çıkarları için Suriye’nin kuzeyinde de Libya’da da Doğu Akdeniz’de de direniyor. Askeri gücüyle ve başarılı dış politikasıyla aslanlar gibi direniyor.
Ekonomik saldırılarla amaçlanan yüksek faiz modeline dönmeyerek oyun bozmaya kalkışıyor. En önemlisi kendi oyununu kuruyor. Bir yanda oyun bozuyor, bir yanda oyun kuruyor. Düşük faiz, yatırım, istihdam, üretim, ihracat ayakları üzerine oturan ekonomik modelle
yeni bir ekonomik kurtuluş savaşının startını veriyor.
Başka türlüsü ne mi doğururdu? Besbelli:
Faizler yükseltilerek doların ateşi düşürülürdü. Bu durumda içeride yatırım ve üretim süreci felç olurdu. Yüksek faizin olduğu bir ülkede ne yatırım olur, ne üretim.
Ve dolayısıyla ihracat da çok sınırlı ölçekte olur. Yatırım olmadığı için istihdam olmaz, istihdam olmadığı için de işsizlik alır başını gider. Doların ateşini düşürmek için
Türkiye’nin içine düşürüleceği bu sarmal beraberinde İMF ile tekrar borçlanma sürecini getirir. Zaten istedikleri de bu. CHP ve İYİ Parti yetkililerinin otel odalarında gizlice İMF yetkilileriyle Türkiye’nin ekonomisini konuşuyor olabilmeleri de b
KÜRESEL SALDIRILARI İNKÂR, ‘UZANTI’ OLMAKTIR
Hâlâ dış güçler kim diye soranlara cevabımız şudur: Türkiye’ye karşı terör örgütleri üzerinden vekâlet savaşı sürdüren, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta Türkiye’yi tasfiye etmek için askeri güçleriyle ta burnumuzun dibine kadar gelen, dolar üzerinden ekonomimizi çökertmek isteyen, Libya’da Mavi Vatan mücadelemizi sabote etmek için karşımıza dikilen kimler ise işte onlardır.
Ekonomi yönetimindeki eksikliklerimizi, hatalarımızı ve yanlışlarımızı konuşalım/tartışalım elbet. Ama bunu yaparken ekonomimize yönelik dışsal saldırıları görmezlikten gelirsek asıl yanlışlığı yapmış oluruz.
Her şeyi dış güçlere bağlamayalım, kendi hatalarımızı da görelim eyvallah. Lakin ülkemize yönelik sözünü ettiğim küresel saldırıları inkâr edersek, dış güçlerin saldırısı yok dersek işte o vakit ya siyaseten körüz ya da o güçlerin içerdeki uzantılarıyız demektir.